30 Kasım 2007 Cuma

SERİ KATİLLER-JEFFREY DAHMER(4)


"Onlari yedigimde içimde tekrar dirileceklerini umut ediyordum"

"Bu yaptiklarimi bir insanin yapabilecegine inanmam çok zor"


21 Mayis 1960'de dogdu. Babasi Kimya Mühendisi, annesi psikolojik problemleri olan isterik bir kadindir. Annesi bütün gün yatakta, babasi laboratuarda oldugu için Jeffrey kendi kendine büyümüstür denilebilir. Sik sik tasinirmis Dahmer ailesi, Ohio'ya geldiklerinde 8 yasindayken yasli bir komsulari tarafindan tecavüze ugramisti ve bunun intikamini tüm insanliktan almaya çalisti. Asiri sorunlu ve kendini ifade etme yetersizligiyle dolu bir ergenlik döneminden sonra sonunda kendini en iyi ifade edebilecegi yöntemi kesfetti. Sanildiginin aksine hiçbir davranisinda cinsel güdüleri onu yönlendirmedi. Homoseksualiteye karsi olan tepkisini zorla homoseksüel iliskiye girmek ve öldürmek gibi davranis bozukluklariyla gösterdi ve bu sekilde kendini ifade etti. O bir homoseksüel degildi. 18 yasinda basladi cinayetlerine.


Ilk kurbani bir otostopçu gençtir. Zaten bu ilk cinayette olayi asmistir Jeffrey, otostopçu çocuk iliski teklifini reddedince demirle kafasina vurup öldürmüs, sonra iliskiye girmis, ardindan mutfak biçagiyla parçalamis ve bu parçalari asit dolu bir fiçida eritmistir. Kemiklerini ise çekiçle ezip bahçeye gömmüstür. Arada bir polisin dikkatini çekmistir. 1986’da ortalik yerde mastürbasyon yaptigindan dolayi bir ceza almistir. En aci vakalarindan birisi* sudur:


1988’de 13 yasindaki bir çocuga tacizden iki seneye mahkum oluyor, ama sonra "iyi halden" birakiliyor. Bundan 3 sene sonra o 13 yasindaki kurbanin küçük kardesini buluyor ve evine getirip öldürüyor.Yakalanana kadar 13 sene geçmisti ve 1978-1991 yillari arasinda çogu zenci çocuklardan olusan toplam 17 kisiyi öldürdü. Öldürdügü insan sayisi Henry Lee Lucas ile kiyaslandiginda düsük olsa da akil hastaligi ve kurbanlari üzerinde uyguladigi tekniklerden ötürü hayat hikayesi diger seri katillere oranla bir çok filme konu olmustur. Kurbanlari genelde siyah homoseksüel erkeklerdir. Cinsel arzulari üzerinde deney yapmak için Dahmer kurbanlarina lobotomy uygulamis, yani beyinlerinin bir kismini kesip çikarmistir. Aynen Ed Gein gibi Cannibalism Ve Nekrofili hastaligindan muzdarip oldugundan kurbanlari da bu uygulamalardan nasiplerini almistir. Bunlardan kimisiyle öldürmeden önce, kimisiyle de sonra iliskiye girmistir, kimisinin ise pazilarini ve poposunu yemistir.


Kafasini matkapla deldigi bir diger grubu ise robota çevirmeye çalismistir Son kurbaninin bir sekilde kaçmaya çalismasi ile yakalanmistir. 14 yasindaki Asyali kurbani yari sarhos ve çirilçiplak sekilde sokaga kaçmayi basarmistir. Pesinden giden Jeffrey Dahmer, sokakta çocukla ilgilenen insanlari onun gay olduguna ve aralarinda tartisma çiktigina inandirmayi basarmis, çocugu eve geri götürüp öldürmüstür. Durumdan süphelenen sokak sakinleri polisi aramis, Pedofili süphesi ile eve giden polis agir kokular karsisinda arama yapinca foyasi ortaya çikmistir. Yakalandiginda "Bu yaptiklarimi bir insanin yapabilecegine inanmam çok zor" demesi dikkat çekicidir. Wisconsin'de 28 Kasim 1994'te hapishanenin çamasirhanesinde bir zenci tarafindan arkadan kafasina -tesadüfe bakin ki- indirilen bir demir çubuk darbesiyle öldürülmüstür.


Öldüren kisi ifadesinde "Tanridan onu öldürmem için emir geldi" demistir.Jeffrey Dahmer'i diger seri katillerden ayiran en önemli özelligi, genel olarak cinayet isleyen kisilerin kurbanlarini öldürmeden önce onlara iskence etmek suretiyle kendilerini tatmin etmeleri ve yeterince doyuma ulastiktan sonra öldürme eylemine geçmeleridir. Dahmer içinse tam tersi geçerlidir, önce öldürüp ardindan eglenmeye baslar. On iki kisilik bir kurban listesi olmasina ragmen dünyanin en ünlü seri katilleri arasindadir. Kurbanlarini genelde gay barlardan seçen, onlari katlettikten sonra irzlarina geçen, hatira olarak kafataslarini ya da cinsel organlarini kesip saklamadan önce de hosuna giden yerlerini yiyen en büyük zevki ise saatlerce baliginin gözlerine bakmaktir. Normal bir ailesi, üstün sayilabilecek bir zekasi, iyi bir egitimi ve gözle görülür problemleri olmadigi için yaptiklarina bir sebep bulunamamis ve Dahmer psikologlarin ilgisini çeken bir vaka olarak kalmistir.


Hakkinda Film:Secret Life: The Jeffrey Dahmer, 1993, David Bowen tarafindan çekilmistir.


Hakkinda Kitap:The Men Who Could Not Kill Enough, 1972, Anne E. Scwartz


KAYNAK:www.polisiye.com

23 Kasım 2007 Cuma

SERİ KATİLER-ALBERT FİSH(3)

Hamilton Fish, Hannibal Lector, Albert FishAlbert Fish Early 1900's

"Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"

1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirdiler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozdu. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ettiler. Ancak korkunç baş ağrıları çekiyordu. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başladı. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti.

1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu.


Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi.Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti. Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi.


Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı.


Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.


1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.Hakkında Kitap:Black House, Stephen KingDeranged, 1990, Harold Schechter Hakkında Film:Kuzuların Sessizliği, Filmdeki Hannibal Lektor tiplemesi ondan esinlenilerek yaratılmıştır.
kaynak:www.polisiye.com

21 Kasım 2007 Çarşamba

SERİ KATİLLER-KARINDEŞEN JACK (2)




''Tarihe bakildiginda 20.yüzyili benim baslattigim görülecektir"


Dehset, 31 Agustos 1888 de sabahin erken saatlerinde basladi. Kabaca sabah 3:45 sularinda Londra’nin East End bölgesindeki, issiz ve los bir sokakta yürüyen hamal George Cross, musambaya sarili bir seye çarpti. Yakindan bakinca, bu yiginin parçalanmis bir kadin vücudu oldugunu anladi. Kadinin daha sonra 42 yasindaki Mary Ann Nicholls adinda bir hayat kadini oldugu ortaya çikti. Girtlagi kesilip karni açilmisti ve cinsel organinda biçak yaralari vardi.O zaman kimse farkina varmasa da, Mary Anne Nicholls ün bu korkunç ölümü suç tarihinde tüyler ürpertici bir dönüm noktasi teskil edecekti. Bu cinayet, yalnizca önce Londra ya sonra da tüm dünyaya etkisi sok dalgalari seklinde yayilacak bir cinayetler zincirinin ilk halkasi degildi. Ayni zamanda çok daha önemli bir seye isaret etmekteydi: seri seks cinayetlerinin modern döneminin basladigina.Nicholls cinayetinden bir hafta sonra, ilk cinayet mahallinden 800 metre uzaklikta, pansiyon olarak kullanilan bir binanin arkasinda,kötü beslenme ve veremden muzdarip 47 yasinda bir hayat kadini olan Annie Chapman in parçalanmis cesedi bulundu.


Chapman in kafasi neredeyse vücudundan kopmustu, katil tüm buyun adalelerini kesmisti ve neredeyse omuriligini de koparmisti. Ayrica iç organlari da karnindan disari çikarilmisti.Katilin gerek kimligi asla bilinemeyecekti. Ancak birkaç hafta sonra Metropoliten Polisi kiskirtici bir mektup aldi. Mektup suçlu oldugunu söyleyen sahis tarafindan yazilmis ve takma isimle imzalanmisti. Bu isin halk tarafindan benimsendi. Bu andan itibaren çilgin Whitechapel Kasabi, bu korkunç isimle aranacakti: Karindesen Jack.Polisin Karindesen in mektubunu almasindan iki gün sonra katil, Elizabeth Stride adinda Isveçli bir hayat kadinin bogazini kesti. Kurban üzerinde diger korkunç seyleri yapamadan, yaklasan bir arabanin sesiyle isini yarim birakmak zorunda kaldi. Oradan hizla kaçan Karindesen, Cathrine Eddowes adinda, kaldirimda sarhos bulundugu için karakola götürülerek ayilana kadar orada tutulan ve henüz saliverilmis olan 43 yasindaki bir hayat kadinina rastladi. Onu issiz bir meydana götürdü ve orada bogazini kesti. Ardindan seytani bir öfkeye kapilarak kadinin yüzünü tamamen parçaladi, vücudunu kuyruk sokumundan gögüs kafesine kadar kesti, bagirsaklarini disari çikartti ve sol böbregini alarak uzaklasti.


Karindesen tarafindan gerçeklestirilen son suç ayni zamanda en korkuncuydu. 9 kasim gecesi, 3 aylik hamile olan 25 yasindaki Irlandali bir hayat kadiniyla onun odasina gitti. Gecenin ortalarina dogru onu yatakta öldürdü, birkaç saat boyunca keyifle cesedi parçaladi iç organlarini disari çikartti, burnunu ve gögüslerini kesti, bacaklarinin etlerini siyirdi.Bu olaydan sonra, Whitechapel cinayetleri birden bire durdu. Karindesen sonsuza kadar ortadan yok oldu, tarihten çikip efsaneler alemine karisti.O günden beri konu üzerine kafa yoranlar bir kasaptan Ingiliz tacinin veliahdina kadar bir dolu süpheli öne sürmüslerdir. Bu iddialarin çogu eglenceli okuma malzemeleri teskil eder, ancak Karindesen in gerçek kimligi yüz yildir degismedi: O, merak uyandiran, muhtemelen hiç çözülemeyecek bir sirdir.”


Bogaz bir biçakla kesilmis, kafa vücuttan neredeyse ayrilmisti. Karin kismen parçalanarak açilmis ve her iki gögüs de kesilmis. Burun kesilmis, alnindaki deri yüzülmüs ve uyluklardan ayaklara kadar etler kemikten siyrilmis. Bagirsaklar ve vücudun diger parçalari yoktu, ancak karaciger vs. bu zavalli kurbanin ayaklari arasina yerlestirilisti. Bacaklardan çikarilan etleri gögüsler ve burun katil tarafindan masanin üstüne konmus ve kadinin ellerinden biri midesinin içine sokulmus.”Karindesen Jack in son kurbani Mary Kelly’nin nasil bulundugunu anlatan 1888 tarihli bir gazeteden


Kaynak:www.polisiye.com

20 Kasım 2007 Salı

SERİ KATİLLER-ED GAİN (1)



08/27/1906-07/26/1984


“Bana doğru gelen güzel bir kız görünce iki şey düşünürüm. Bir yanım onunla çıkmak ona gerçekten iyi hoş davranmak gerektiği gibi davranmak ister. Öteki yanım mızrağın ucuna geçirilmiş kafasının nasıl görüneceğini.”Bir seri katil, belirli bir süre içinde en az 3 kişiyi öldüren biri olarak tanımlanıyorsa, bu durumda -- tanıma tam bağlı kalacak olursak – Edward Gein bir seri katil değildir; çünkü görünüşe göre yalnızca iki kadını öldürmüştür. Ancak işlediği suçlar o kadar sıra dışı ve tüyler ürperticiydi ki Amerika’yı neredeyse kırk yıldır etkisi altında tutmuştur.Gein, sürekli olarak kendi cinsiyetinin günah dolu doğasını anlatıp duran, aşırı mutaassıp, hükmedici bir anne tarafından yetiştirilmişti. 1945’te öldüğü zamanı Ed tüm hayatını korkunç bir baskıyla yönlendiren bu kadının hala duygusal olarak esiri olan 39 yaşında bir bekardı.
Annesinin odasının pencerelerine tahtalar çakan Gein, orayı sanki mabetmiş gibi muhafız etti. Ancak evin geri kalan bölümler kısa zamanda çılgın bir adamın sapkınlıklarla dolu mezbahasına dönüştü.Gein, komşular için birkaç ufak iş yaparak geçimini sağlamadığı zamanlardaki yalnız saatlerini dergilerdeki cinsiyet değiştirme ameliyatları, güney denizlerindeki kafa avcıları ve Nazi zulmünü anlatan yazıları okuyarak geçiriyordu. Onun kendi canavarlığı annesinin ölümünden birkaç yıl sonra başladı. Ümitsiz yalnızlığının ve ilerleyen psikozunun onu itmesiyle etrafındaki mezarlıklara giderek, oradan arta yaşlı kadınların cesetlerini çıkarıp uzaktaki çiftlik evine başladı. 1954’te Mary Hogan adında yerel bir bar sahibini vurup kadının 90 kiloluk vücudunu eve taşıyarak ölü sevicilik faaliyetlerini cinayetle tamamladı.
3 yıl sonra, 1957 yılı av mevsiminin başladığı ilk gün köydeki nalbur dükkanının sahibi olan 58 yaşındaki bir kadını öldürdü.Şüpheler hemen son birkaç gündür dükkanın çevresinde dolanan Gein’in üzerinde yoğunlaştı. Mutfağına girdikleri zaman, polisler kurbanın başı kesilmiş, içi boşaltılmış bedenini aynı bir av hayvanı gibi çatı kirişine baş aşağı asılmış şekilde buldular. Evin içine giren dedektifler kelimelerle anlatılamayacak korkunçlukta eşyalar buldular. İnsan derisi ile kaplanmış sandalyeler, kafataslarından yapılmış çorba kaseleri, kadın cinsel organlarıyla dolu bir ayakkabı kutusu, içi gazete kağıtlarıyla doldurulmuş ve duvara av hayvanlarının başları gibi asılmış insan yüzleri ve bir kadının vücudunun üst kısmından yapılmış, göğüsleri olan bir yelek. Gein daha sonra bu yeleği ve insan derisinden yapılmış giysileri giyerek kendini annesi yerine koyduğunu itiraf etmiştir.Bu tüyler ürpertici keşif Eisenhower dönemi Amerika’sında şok dalgaları yarattı.
Wisconsin de Gein hemen yerel kültürün bir parçası haline geldi. Tutuklanmasından birkaç hafta sonra “Gein fıkraları” diye adlandırılan ölümle ilgili şakalar eyalet çapında moda oldu. Aralık 1957 de hem Life hem de Time dergileri onun “dehşet evi” hakkında makaleler yayınlayınca tüm ülke Gein hakkında her şeyi öğrenmiş oldu.Bir akıl hastanesinde 10 yıl yatmasının ardından Gein in duruşmaya çıkabileceğine karar verildi. Suçlu bulundu, ancak akli yetersizliğine kanaat getirildiğinden hayatının geri kalanını geçirmek üzere tekrar akıl hastanesine yatırıldı ve 1984’te kanserden öldü.Evinde bulunan insan parçalarını mezarlıktan çaldığını söylemiştir ve açılan mezarlarda gerçekten de Ed Gein'in evinde bulunan parçaların eksik olduğu fark edilmiştir, abisi Henry Gein'i de öldürdüğü iddia edilir. Teoriye göre annesiyle olan sağlıksız ilişkisi yüzünden endişe duyan Henry, Ed'e annesini kötülemiştir. Annesinin kötülenmesini kabul edemeyen Ed, çiftliklerinin yakınındaki bir yangını söndürmeye çalışırken abisini başına sert bir şeyle vurarak öldürmüştür. Ed'in iddiasına göre yangını söndürmeye çalışırken ayrılmışlar, ama sonra abisinden haber alamamıştır. Abisini aramaya gelen polislerle dolaşırken Ed, doğrudan abisinin olduğu yere gitmiştir. Abisi yanmamıştır, hatta yangından bir kaç metre uzakta, kafasında çürüklerle yatmaktadır. Ama bu elbette kanıtlanamamıştır. Annesi hakkında bilinenler zaten alkolik ve zayıf olan kocasını ve çocuklarını kolayca etki altına alan, din saplantısı olan bir kadın olduğudur, ailesini finansal olarak destekleyen kadın, onları şehrin günah dolu yaşamından uzaklaştırmak amacıyla bir çiftlik evi almış ve burada çocuklarını diğer insanlardan uzak tutarak büyütmüştür Ed hapisteyken evi yakılmıştır, arabası açık artırmada 780 dolara satılmış ve fuarlarda halka ücret karşılığı gösterilmiştir. Kurbanlarının derilerini üzerine giyip ay ışığında dans ettiğinden söz edilir.Ed Gein için açılmış bir çok Fun Club bulunmaktadır. Kadınların kendisine ateşli aşk mektupları yazması, sosyolojik araştırmalara neden olmuştur.

HAKKINDA KİTAP:Deviant, 1989, Herald Schechter

HAKKINDA FİLM:Ed Gein’in insanın midesini kaldıran suçları, geçtiğimiz 30 yılda çevrilen en korkunç 3 film için esin kaynağı olmuştur. “Sapık”, “The Texas Chainsaw Massacre” ve “Kuzuların Sessizliği”.Sapık’ın yazarı Robert Bloch, kitabının Gein’in suçlarının romanlaştırılmasından ibaret olmadığında ısrar etmişse de, ölümsüz karakteri Norman Bates açıkça Gein’den esinlenilerek yaratılmıştır (Aslına bakılırsa Bloch’un romanında Norman’ın kendisi, işlediği suçlarla Gein’in işledikleri arasında paralellik işaret eder).The Texas Chainsaw Massacre’ın yönetmeni Tobe Hooper orta batıda yaşayan akrabalarından Gein hakkında hikayeler dinlemiş ve bunlardan etkilenerek büyümüştür. Ancak yarattığı kanın gövdeyi götürdüğü sinema klasiğinde, Gein’den esinlenilen karakter nazik tavırlı, çift karakterli bir kişi değil, Deri Surat adında kurutulmuş insan derisinden yapılmış bir maske takan hayvani bir yaratıktır.Thomas Haris, kurbanlarının derilerinden bir elbise dikmeye çalışan bir transseksüel olan hayali seri katili Jame Gumb’ı (namı diğer “Bufalo Bill”) yaratmadan önce FBI’ın Gein hakkındaki dosyalarını araştırmıştır. Jonathan Deme’in Oscar kazanan filminde Gumb’ın, Gein’in evinden esinlenilen evinin tuhaf görünüşü Harold Schechter’in Deviant: The Shocking True Story of the Original “Psycho” adlı kitabına dayanılarak yaratılmıştır.Sapık, The Texas Chainsaw Massacre ve Kuzuların Sessizliği’nde Gein hikayesinden bağımsız birçok nokta vardır. Gerçek olaylara en yakın film, 1974’te yapılan düşük bütçeli “Deranged” filmidir ve korku filmi meraklıları arasında bir kült olmuştur. Deranged’in bazı video kopyalarının başında Gein’in evindeki insan etinden yapılma korkunç eşyaların bilinen tek görüntü kaydını içeren İyi ve Sessiz Bir Adam isimli Gein hakkında kısa bir belgesel vardır.Ülkemizde “Kasabada Katliam”ı ve “Teksas Katliyamı” adlarıyla gösterilmiştir.


In the Light of the Moon (2000)Yönetmen : Chuck ParelloOyuncu : Steve Railsback, Carrie Snodgress, Carol Mansell, Sally Champlin, Steve Blackwood, Nancy Linehan Charles, Bill Cross, Travis McKenna, Jan Hoag, Brian Evers, Pat Skipper, Craig Zimmerman, Nicholas Stojanovich, Dylan Kasch, Tish Hicks...Konu: ABD, 50lerin sonu. Wisconsin'in, hareketsiz, küçük bir kasabası. Ed Gein, yaşamındaki tek dostunu, otoriter annesini kaybettiğinde, kasabada da hareketlenme başlar. Annesi tarafından sıkı bir disiplinle arada sırada kemer darbelerine de maruz kalıp "iyi bir Hıristiyan" olarak yetiştirilen Ed'in yaşamı, annesinin ölümünden sonra asla aynı olmayacaktır.


kaynak:www.polisiye.com

18 Kasım 2007 Pazar

BUDA


Tanrısız bir dinin, Budizm'in kurucusu (M.Ö. 560'a doğru).

Kral Suddhodana ile kraliçe Maya'nın oğlu, sonradan Buda (yani «Tanrı'dan esin almış») adını alacak olan bu bilge, M.Ö. VI. yy.'da Hindistan'ın kuzeyinde doğdu. Mutlu bir gençlik dönemi geçirdi ama bir gün, insanların çektiği acıları seyretmek, onun yaşamını altüst edecekti. 29 yaşında, bir incir ağacının altına oturmuş düşünürken, «ilham» geliverdi: her türlü ıstırabın kaynağı, başkalarının olan şeylere göz dikmekti. Ve sağduyunun yolu, en yüce mutluluk hali olan nirvana'ya ulaşmaktı. Bunun için her türlü isteğin kesinlikle yok edilmesi gerekiyordu.

Ganj kıyılarının kutsal kenti Benares ve dolaylarında, Buda, tam dört yıl vaazlar verdi. Vaazlarında dile getirdiği ilkeler ölümünden sonra Asya'ya yayılmağa başladı.

Günümüzde Hinduluk, Budizm'in (Budacılık) yerini almıştır; ancak, 1949'da komünizmin yerleşmesine kadar Çin'de derin etki gösterdikten sonra, gene de, Güneydoğu Asya'nın, Moğolistan'ın, Kore ve Japonya'nın esas dinlerinden biridir. 500 milyon mensubu vardır, bunlara örnek kişiler, bonzlar yön verir ve bu bonzlar, din eğitimi yaptıkları gibi, bazı ülkelerde (bu arada Vietnam'da), siyasal yaşamı da derinden etkiler.


Acaba, Budacılık gerçekten bir din midir? Batılıların genellikle olumlu cevap verdikleri bu soru, her zaman rahatça sorulabilir. Bununla birlikte, bonz topluluğu gerçek bir din adamları sınıfı oluşturmaz ve budistler, Hıristiyanlığa veya Müslümanlığa benzetilebilecek bir inanç sahibi olmağa yanaşmazlar. Onlara göre Budacılık, bir tanrı olmayan ve insan sağduyusunun örneği olan Buda'nın koyduğu temel kurallara uyarak, bir tür yaşam tarzına yönelmekten başka bir şey değildir.


Çağımızda, Buda ve Budacılık üstüne yapılan incelemelerde büyük bir gelişme oldu. Buda dinine ait kuralların yorumunu ve tarihini konu alan bu yeni bilim dalına Budabilim denir.

Bir Tibet manastırında bulunmuş olan yukarıdaki resimde Buda, kutsal haberciye kulak verdiği sırada gösterilmiştir.
Kaynak:www.tarihsayfam.com

16 Kasım 2007 Cuma

Lefter Küçükandonyadis



Lefter Küçükandonyadis, Rum asıllı Türk vatandaşı futbolcu. 22 Aralık 1925'te İstanbul'da doğdu. Türkiye'nin ve Fenerbahçe Spor Kulübü'nün efsane futbolcularından biridir. Birçok spor otoritesine göre, Lefter Fenerbahçe Spor Kulubü'nün ve Türk futbol tarihinin gördüğü en yetenekli oyunculardandır.Fenerbahçe ile İstanbul Profesonel liginde 2 Turkiye Şampiyonasında 3 kere Şampiyonluk yaşadı.50 kez milli formayı giyen ilk oyuncu olduğu için futbol federasyonu altın madalyası aldı.'Ordinaryus'lakabıyla anılırdı. Fenerbahçe formasıyla 615 maçta 423 gol attı. Türk Milli Takımı formasıyla 50 maçta 20 gol attı. Fenerbahçe'den sonra İtalya'nın Fiorentina ve Fransa'nın Nice takımlarının formalarını giydi (1951-53) . Dönüşünde tekrar Fenerbahçe'de oynadı. Sarı-Lacivertli forma altında 2 İstanbul Profesyonel lig, 3 Türkiye şampiyonluğu yaşadı. 1953-54 sezonunda Gol Kralı oldu. Milli Takım formasını 50 kez giydi. Futbol Federasyonu'nun 'Altın Şeref Madalyası'nı alan ilk futbolcu oldu. 1963'te futbolu bıraktıktan sonra Yunanistan'ın Egaleo, Güney Afrika'nın Johannesburg takımlarında futbolcu ve antrenör olarak yer aldı. Daha sonra Samsunspor, Orduspor, Mersin İdmanyurdu ve Boluspor'da teknik direktörlük yaptı. Şu anda Büyükada'da yaşamaktadır.


Bir anektod:


Efendim, gunlerden birgun Fenerbahce'nin o zamanlar maclarini oynamakta oldugu ve idmanlarini yaptigi Papazin Çayiri tabir edilen alanda Lefter ve iki arkadasi idman harici top oynuyorlarmis. o esnada ayni cayirda bir de okuz otlamaktaymis. Lefterin cektigi cok sert bir sut okuze gelmis ve hayvan oracikta ruhunu teslim etmis. Lefter ve iki arkadasi da mundar olmasin diye hayvani oracikta cevirme yapip yemisler..

Kaynak:wikipedia,ekşi sözlük:)

6 Kasım 2007 Salı

Columbia Uzay Faciası-2003


ABD'nin en yaşlı uzay mekiği Columbia, uzaydaki görevini tamamlayıp dünyaya dönerken, inişe 62 kilometre kala henüz bilinmeyen bir nedenle infilak ederek parçalandı. Mekikteki 7 astronottan kurtulan olmadı16 Ocak'ta 16 günlük bir görev için yörüngeye gönderilen Columbia Mekiği, Atlas Okyanusu'na bakan Florida eyaleti Cape Canaveral Üssü'ne inişine 16 dakika kala, 12 bin 500 km hızla giderken,62 kilometre yükseklikte üç parçaya ayrıldı.


NASA yetkilileri, kaza sırasında mekik mürettebatının tamamının öldüğünü açıkladı. NASA, kazada mekik mürettebatı ile yer komuta merkezinde hiçbir kusura rastlanmadığını bildirdi.Üç senaryo konuşulduYetkililer, Columbia'nın düşmesine neden olacak herhangi bir sorun saptamadıklarını belirtti. Ancak üç senaryo konuşuldu.


1) Kalkışta kanada çarpan bir madde mekiğin sıcağa dayanıklı kaplamasını zedeledi.


2) Aracın içindeki kimyasal maddeler henüz bilinmeyen bir nedenle patladı.


3) Mekikte İsrailli astronot vardı. Yüzde bir de olsa terör eylemi olabilir


.Kalkış sırasında kaza olmuştuCNN , mekiğin kalkışı sırasında Columbia'nın gövdesinden koparak sol kanada çarpan bir yalıtım maddesinin, kazaya yol açmış olabileceği yorumunu yaptı. Kalkışta yaşanan olaydan sonra, teknik yetkililer herhangi bir hasar saptanmadığını ve görevin sürdürülmesinde sakınca bulunmadığını açıklamışlardı. Mekiğin atmosfere girdikten sonra sesten 6 kat hızla uçtuğu, bu nedenle mürettebatın mekikten kendilerini fırlatarak kurtulma olanaklarının bulunmadığı belirtildi.İlk kez 1981'de uçmuştu.


NASA'nın en eski mekiği olan ve ilk uçuşunu 1981 yılında gerçekleştiren Columbia 28. uçuşuna 16 Ocak'ta Kennedy Uzay Üssü'nde başlamıştı.6'sı Amerikalı, biri İsrailli olan mürettebat, 16 gün boyunca yerçekimsiz ortamda 80'den fazla bilimsel deney yapmıştı. Deneyler, yerçekimsizliğin insan fizyolojisi ve canlı organizmaya etkileri, kristallerin kimyası, proteinlerin büyümesi ve meteorolojik olayların gözlenmesiyle ilgiliydi. 2.2 milyar dolar değerindeki Colombia'da, 78 milyon dolarlık 4 ton bilimsel malzeme ve bir araştırma modülü bulunmaktaydı. Bu arada Colombia'nın iptal edilen önceki uçuşunda, İsrailli astronota yönelik bir tehditte bulunulduğu bildirildi.


AP'nin haberinde istihbaratın doğrulandığı ancak iptal kararının başka nedenlerden alındığı kaydedildi.Uzaya giden en 'karışık' ekiptiTürkiye saatiyle 16:15 itibariyle Florida'daki Cape Canaveral Uzay Üssü'ne inmesi gereken fakat Güney Teksas üzerinde havada infilak ederek düşen uzay mekiği Columbia'da bir İsrailli, biri Hintli, biri siyah, 7 astronot bulunuyordu. İkisi kadın olan astronotlar, 16 gün boyunca uzayda 80 deney gerçekleştirdi.Columbia Uzay Mekiği mürettebatı şöyleydi:

Rick Douglas HusbandMekik komutanı Husband 45 yaşında. Uzaya ikinci seyahatiydi. Çocukken astronot olmaya karar veren Husband, ABD Hava Kuvvetleri pilotu bir Albay.

William C. McCoolAstronot 41 yaşında. Uzay mekiği Columbia'daki ilk seferiydi. Donanma üyesi subay.

Michael P. AndersonMekik yük bölmesi sorumlusu 43 yaşında. Uzaya ikinci seyahatiydi. 1998 yılında Rus Uzay Üssü Mir'e bağlanan ekipteydi. Hava kuvvetleri mensubu. Aracın bilim deneyleri sorumlusu.

David M. BrownUzman 46 yaşında. Uzaya ilk uçuşuydu. Donanma albayı.

Kalpana ChawlaUzman 41 yaşında. Hint asıllı astronot ekibin en deneyimli üyesiydi. 23 yıl önce ABD'ye göç etti. Uzayda 375 saat geçirmişti. Uzay mühendisliği mezunuydu. Ekipteki iki bayandan biriydi.


Laurel ClarkUzman 41 yaşında. Uzaydaki ilk seyahatiydi. Donanma dalgıcı, cerrah. Uçuş ekibi hekimi.


İsrailli astronot sonsuz barıştaUzay mekiğinde görev alan ilk İsrailli astronot İlan Ramon, uzaydan görünce 'keşke buradan göründüğü gibi barış içinde olsa' dediği Ortadoğu'ya dönemedi. Ramon, 'ömrünün kalan kısmını uzayda geçirmek' istediğini söylemişti. İsrail Hava Kuvvetleri'nde Albay olan 40 yaşındaki İlan Ramon, kariyerinin 20 yılını orduda geçirmiş, 4 bin saatin üzerinde uçuş yapmış deneyimli bir savaş pilotuydu. 1980'lerin ortasında İsrail tarafından Irak'ın nükleer tesislerine yapılan saldırılara katılan Ramon, Akdeniz-İsrail Toz Deneyi'nin (MEIDEX) bir üyesiydi.1995'te ABD ve İsrail'in imzaladığı bir anlaşmayla başlatılan MEIDEX programı çerçevesinde, İsrail Uzay Ajansı'nın seçeceği bir uzmanın uzaya gönderilmesine ve çöl tozlarının Akdeniz ve tropik Atlantik Okyanusu üzerindeki dolaşımı konusunda incelemeler yapmasına karar verilmişti.


Çöl tozlarının bölge iklimi üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçlayan programda ayrıca, yıldırım bulutları üzerinde oluşan tayflar üzerinde araştırmalar yapmayı hedefliyordu.Kaza, savaşı ERTELETİR MİABD Başkanı George Bush, uzay mekiği Columbia ile irtibatın kesildiğinin ve NASA'nın acil durum ilan ettiğini açıklamasının ardından, askeri ve sivil makamları toplantıya çağırdı.Bush'un, Camp David'den acil olarak Beyaz Saray'a dönerek, yetkililerle bir araya geldi.


ABD gündemini alt üst eden ikinci mekik faciasının savaş hazırlığı içinde olan Bush yönetiminin politikasını nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor. Ülke yasa girmişken savaşa girmenin doğru karar olup olmayacağının da Beyaz Saray'da tartışılmaya başladığı tahmin ediliyor. Facianın Amerikalılar'ın moralini sıfıra indirdiğine dikkat çeken gözlemciler, savaş kararının sert tepkilere yol açabileceğini belirtiyor. Bush, mekikte bir de İsrailli astronot bulunması nedeniyle İsrail Başbakanı Ariel Şaron'a başsağlığı diledi. Ulusça yasa girdiklerini belirten Bush, insanlığın geleceği için 'Uğrunda ölünen dava sürecektir'dedi.'Tanrı'nın gazabı'Columbia Uzay Mekiği'nin iniş sırasında infilak etmesine çok sevinen Iraklılar, faciayı Tanrı'nın gazabı olarak nitelendirdi. Iraklılar ABD'nin bunu hak ettiğini savundu. Reuters'in görüştüğü Iraklılar'dan memur Abdülcabbar El Kureyşi, kazadan dolayı çok mutlu olduklarını belirterek, 'Allah, gücünün Amerikalılar'dan büyük olduğunu göstermek istiyor. Onlar bizim ülkemize el uzattı. Allah öcümüzü alıyor' dedi.Otomobil tamircisi Muhammed Cabir el Tamini de ölen astronotlar arasında İsrailli albay İlan Ramon'un da bulunduğuna işaret ederek, 'İsrail (1981'de) bizim nükleer reaktörümüzü hiçbir neden yokken vurarak saldırganlık yapmıştı. Şimdi zamanı geldi ve Allah onların saldırganlığına karşılık verdi.


'Challenger ülkeyi yasa boğmuştuBundan 17 yıl önce, 28 Ocak 1986 tarihinde Cape Canaveral Üssü'nden fırlatılan Challenger Uzay Mekiği havalandıktan 72 saniye sonra infilak ederek Atlantik'e düştü. Mekik 16 kilometre yükseklikte ve saatte 3180 km hızla tam yörüngesine oturacakken meydana gelen faciada uzaya giden ilk sivil sıfatını taşıyan bir öğretmen de olmak üzere toplam 7 kişi hayatını kaybetti. Milyonlarca kişinin ekranları başında naklen izledikleri facia sonucunda NASA uzay uçuşlarını uzun süre askıya aldı. 1.2 milyar dolar değerindeki Challenger'ın mürettebatı, Christa Mc Auliffe, kaptan Francis R.Scobee, pilot Mike Smith, astronotlar Judith Resnik, Ronald McNair, Elison Onizuka ve Gregory Jarvis'ten oluşmaktaydı.

5 Kasım 2007 Pazartesi

Karikatür Tarihi

Karikatür tarihi Paleolitik Çağ’a kadar götürülebilir. Ancak bugünkü anlamıyla ortaya çıkan karikatürlerin başlangıcını 17. yüzyıl olarak ifade etmek olasıdır. Önceleri sadece kişilerin portreleriyle ilgilenirken daha sonra olayları, sosyal konuları ele almış ve bu gelişmeler sırasında çizgi anlayışı ve teknik açısından da değişimler göstermiştir. Baskı makinasının gelişimine parelel olarak karikatür daha da yaygınlaşmıştır. Karikatür gazetelerle, dergilerle, sergilerle hedef kitlesine ulaşmaya çalışırken, daha sonra TV ye girmiş, bilgisayara girmiş internet ağı ile yepyeni bir iletişim olanağına kavuşmuştur.


“Karikatür; insanların, varlıkların, olayların hatta duygu ve düşüncelerin doğala ters düşen, olağanla çelişen, gülünç yanlarını yakalayıp bunları kimi zaman da yazıyla desteklenmiş abartılı çizimlerle bir gülmece anlatımına dönüştürme sanatıdır.”


Karikatür bir tek kare ile görsel anlatım aracı iken, bant karikatürler kullanılmaya başlanmış, çizgi öykü, çizgi roman gibi çeşitlenmeler ortaya çıkmıştır. Karikatürün altın çağı 20. yüzyıldır. Bu dönemde karikatürün sıkça kullanıldığı bir başka alan da sinema olmuştur. Çizgi öykülerin hareketlendirilmesiyle kısa ve uzun metrajlı filmler yapılmaktadır. Bilgisayar kullanımı ile çizgi film çalışmalarında hem görüntü zenginliğinden yararlanılmakta hem de zaman ve emek tasarrufu yapılmaktadır.


Tüm bu gelişmelerle karikatür ne yapmak istiyor? Elbette basının birincil işlevi olan “haber vermek” anlamında karikatür de haber vermek istiyor. Bu haber verme karikatürün kendi kurgusu, kendi anlayışı çerçevesinde ve kendi üslubu ile oluşturuluyor. Siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, sanatsal, felsefi, edebi ve psikolojik aktüaliteyle ilgilenen karikatür bunu okuyucuya iletiyorsa kuşkusuz bu bir haberdir.


Karikatür sanatı, özellikle gazete karikatürü gündelik politika ile ilgilenmiş ve ilgisini sürdürmektedir. Bir bakıma çizgiyle tutulmuş “günlük tarih” olarak ta değerlendirilmektedir. Bu hem ülkemizde hem de Batı’da böyle süregelmektedir. Gazete karikatürleri kronolojik olarak izlendiğinde ülkenin tarihini, siyasal ve sosyal yaşamdaki değişimlerini, toplumsal aksaklık ve aykırılıklarını gözlemek olasıdır.


Karikatür, ders kitaplarında bir eğitim aracı olarak kullanılabilmektedir. Uzaktan öğretim yöntemiyle ders işlemede anlaşılmayı kolaylaştıran öge olarak yazılar, şemalar ve grafiklerin yanı sıra karikatürden de yararlanılmaktadır.

Karikatür bir grafik sanatı, bir görsel iletişim sanatıdır. O yüzden semantik ve estetik olarak incelenmelidir. Semantik yanı düşünce ve içeriği temsil eder, estetik yanı ise görsel iletinin sanatsal yanını oluşturur. Buradan yola çıkılarak karikatürün hem sanat tarihinde, hem de düşünce tarihinde yeri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ünlü Türk karikatürcüsü Ali Ulvi ERSOY; karikatürcünün, özellikle günlük gazete karikatürcüsünün estetik yönünü geliştirirken “ekonomi, bilim, politika, felsefe, tarih ve edebiyat konularında bol kitap okumalı ki karikatürünü çizerken bütün bu alanlara başvurma olasılığı hep vardır” demiştir.



Karikatür; sosyal bir gösterge, bir yansıtıcıdır. Psikoloji ile yakından ilgilidir. Bir kişiliğin, bir sosyal sınıfın, bir rolün belirgin çizgilerini açığa çıkarmak hem karikatürcünün, hem psikologun görevidir. Öyleyse karikatür sanatı ile psikoloji bilimi arasında önemli bir bağ vardır.

Daha önceki dönemlerde de örnekleri olmasına karşın, çağdaş karikatür 19. yüzyılda kitle iletişim aracı olarak gazete ve dergilerin yaygınlık kazanmasıyla gelismiştir. Türkiye'de ortaya çıkışı da bu alandaki gelişmelerle hemen hemen aynı döneme rastlar. Tanzimat döneminden sonra gazete ve dergilerin çoğalması ve baskı tekniklerindeki ilerleme anlatım aracı olarak grafik sanatlarından yararlanmayı da birlikte getirmiş, gazetelerde, dergilerde haberleri anlatan ya da destekleyen çizimler, resimleme çalismaları görülmeye baslamıştır. Bir süre sonra bu anlatım biçimlerinden batıda olduğu gibi eleştiri ve gülmece amacıyla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve uygulanmıştır.


Giderek bu işin uzmanı sanatcılar yetişmiş, hatta yalnız bu tür çizimlere dayanan gülmece gazete ve dergileri yayımlanmıştır. Türkiye’de Karikatür: Karikatür Türkiye'de batı etkisi altında gelişmiş sanatlar arasındadır. Ama bize özgü sanatlar arasında karikatürün özelliklerini taşıyan yaratı alanları da bulunmaktadır. Sözgelimi, minyatürde çizimin önemli bir yeri vardır. Bazı minyatürlerde oldukça abartılmış figürlere rastlanır. Karagöz oyununda kullanılan figürler de fazlasıyla kendine özgü, abartılmış çizgilerle gülünç tipler çizerler. Karikatürün en önemli öğesi olan gülmece ise cok eskiçağlardan beri Anadolu insanının kullandığı bir dişavurum biçimidir. Hitit kabartmaları incelendiğinde, işlevi eğlencelerde insanları güldürmek olduğu anlaşılan kişileri canlandıran kabartmalara rastlanır. Nasreddin Hoca ve Bektaşi fikaraları ise daha yakın çağlardan örneklerdir. Ortaoyunu gibi gösteri sanatları özgün ve abartılı tiplerle gülmeceyi kullanan anlatım araclarıdır.



Bütün bu birikimler Türkiye'de karikatüre hazır bir ortam yaratmıştır diyebiliriz. Başlangıç Dönemi: Osmanlı döneminde ilk karikatür 1867'de yayımlanmıştır. 1870'te Teodor Kasap'ın yayımladığı Diyojen ise ilk Türk gülmece dergisidir. Bu dergiyi başkaları izlemekle birlikte, ilk karikatürlerin yayımlanmasından sonra uzunca bir süre karikatürsüz bir dönem yaşandı. II. Abdülhamid'in baskıcı yönetimi gazete ve dergilerin çıkmasını engellemiş, çıkabilenlerde de eleştiri amaçlı gülmeceye izin verilmemiştir. Bu dönemde Türk karikatürü Türkiye dışında yayımlanan gazete ve dergilerde yer alarak sürdü. 1908'de II. Meşrutiyet'ten hemen sonra bu tür yerli yayınlar yeniden çoğaldı, bu da karikatürde bir canlanmaya neden oldu. İlk dönem Türk karikatürünün özelliklerinden biri çizimlerin resim gibi oluşudur. Başka bir deyişle, karikatürler gerçekçi çizimler üstüne kuruluydu.


Abartıyı sağlamak için düzenleme ve çizim özelliklerine önem veriliyor, gülmece daha çok yazıya dayanıyordu. Altyazılarda açıklamalar, karşılıklı konuşmalar yer aliyor, ayrıca çizimde gösterilen figürlerin üstüne de kim ya da ne oldukları yazılarak açıklanıyordu. Türkler'in dışındakı Osmanlı uyrukları batılılasma hareketine önemli katkıda bulunmuşlardır. Özellikle Ermeni kökenli sanatçılar, tiyatro ve mimarlık alanında olduğu gibi, karikatür alanında da batı etkilerine açık çalişmalarıyla tanınırlar. İlk dönem karikatürcüleri, arasında Nişan Berberyan, Santr, Opçandassis'in yanı sıra Ali Fuat Bey gibi adlar vardır. Bu dönemde pek çok karikatür de imzasız olarak yayımlanmıştır. II. Meşrutiyet'i izleyen dönemde ise Sedat Nuri İleri, Scarselli, A. Rigopulos, Mehmed Baha, Halit Naci, Münir Osman yer alir. Dönemin en önde gelen sanatçısı ise Cemil Cem'dir. Klasik Karikatür Dönemi : Türk karikatürünün ikinci dönemi cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda ortaya çıkmıştır. 1928'de yeni Türk alfabesinin benimsenmesi okuryazar sayısını çoğalttığı gibi basın yayın alanında da önemli bir canlanmaya yol açtı. Bu değişme ve gelişmeleri izleyen yıllarda karikatürün günlük gazetelerin ayrılmaz bir parçası olmuş ve klasik Türk karikatürünün en büyük ustaları yetişmiştir.


Bu dönemin karikatürünün en belirgin özelliği çizimdeki değişmedir. Bir önceki dönemin sonlarına doğru başlayan çizimlerdeki yalınlaşma süreci bu dönemde de sürmüştür. Çizimlerde artik en ince ayrıntılardan vazgeçilmiştir. Karikatürün gündelik olması bu ayrıntı düzeyinde çalışmayı olanaksız kılmaktaydı. Dönemin bir başka çizim özelliği de insanların dışındaki varlık ve olguların da karikatür kalıpları içinde çizilmeye başlanmasıdır. Çizim düzeyindeki üçüncü gelişme ise bazısı batıdan alınmış simgelerin ve kalıpların kullanılmasıdır. Örneğin şaşıran birinin şapkası uçar, birinin başının üstünde uçuşan yıldızlar onun canının yanmış olduğunu anlatır. Yazı bu dönemde de gülmeceyi iletmede enn önemli öğe olmayı sürdürmüştür. Karikatürler resimlendirilmiş birer fıkra gibidirler. Bir önceki döneme göre bu alanda da bir yalınlaşma gözlenmektedir. Artık olayın hangi ortamda geçtiği, konuşmaların kimler arasında olduğu gibi, çizimin açık seçik gösterdiği şeyler yazıyla açıklanmaz olmuştur.


Eskiden olduğu gibi bu dönemde de tümüyle yazısız anlatımların kullanıldığı olmaktadır, ama bunların sayısı çok değildir. Yeni yazıyla yayımlanan ilk karikatür albümlerinin çıkması, ilk karikatür sergilerinin açılması, ilk kadın karikatürcünün yetişmesi yaklaşık 1950'ye kadar süre bu dönem içinde olmuştur. Dönemin en önemli sanatçısı Cemal Nadir Güler'dir. Bu dönemin özelliği olarak söylenenlerin hepsinde katkısı olan bu sanatçı çizgide sağlam bir anlatım dili kurmuştur. İlk çizgi roman sayılabilecek Amcabey'i yaratmış, onun öykülerini çizgi film biçimine getirmeye çalışarak bu alandaki ilk denemeleri yapmıştır. İlk kadın karikatürcü olan Selma Emiroğlu'nun da öğretmenidir. Cemal Nadir karikatür sanatının sevilmesinin, benimsenmesini sağlamış, genç karikatürcüleri özendirmiştir.


Dönemin önde gelen öteki adları arasında Münif Fehim Özarman, Ramiz Gökçe, Ratip Tahir Burak, Kozma Togo, Salih Erimez, Orhan Ural, Necmi Rıza Ayça bulunmaktadır. Bu sanatçılardan birçoğu sonraki dönemlerde de karikatürcülüğü sürdürmüştür. Çağdaş Karikatür Dönemi : Türk karikatürünün üçüncü dönemi 1950'de başlar. II. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Türkiye'nin dış dünyaya açılmasına, siyasal ve ekonomik alanda liberalleşmesine paralel olarak basın-yayın yaşamında gözlenen canlanma ve çeşitlenme karikatüre de yansımış, Türk karikatürü yenilenip çağdaşlaşmaya başlamış, çalışmalarını uluslararası düzeyde kabul ettiren sanatçılar yetişmiştir.

Yeni karikatür anlayışının en etkin olduğu dönem 1950-1960 arasıdır. Önde gelen temsilcileri günümüzde de yapıt vermeyi sürdürmekte, ayrıca pek çok genç karikatürcü günümüzde de bu dönemin ustalarının ilkelerini uygulayan yapıtlar vermektedir. Üçüncü dönemdeki en önemli değişiklik çizimde görülmektedir. Belli bir yalınlaşma sürecinden geçmiş de olsa, ikinci dönem karikatürü anlatımı doğrudan desteklemeyen ayrıntılarla doludur. 1950 kuşağı adıyla da bilinen yeni karikatür neredeyse bir çırpıda denecek kadar hızla kendini bunlardan arındırmış, gereksiz her türlü ayrıntıyı çizimden çıkarmıştır.


Çağdaş eğilimlere paralel bu gelişme bir süre sonra karikatürün çizgiyle gülmece yapma sanatı olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Çizgide görülen tutumluluğun benzeri yazıda da görülmektedir. Gülmeceyi ileten yazı artık kendi başına bir fıkra olmaktan çıkmış, çizimi bütünleyen, ancak onunla anlam kazanan bir öğe durumuna gelmiş, yazısız karikatür öne çıkmıştır. Bu anlayışı uygulayan en önemli sanatçılar Turhan Selçuk, Ali Ulvi Ersoy ve Ferruh Doğan olmuşlardır. Nehar Tüblek, Semih Balcıoğlu, Altan Erbulak, Mustafa Eremektar (Mıstık) ve Oğuz Aral da bu dönemin karikatürcüleri arasındadır. Onları Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Tan Oral ve Tekin Aral izlemişlerdir. Suat Yalaz daha sonra çizgi romana yönelmiştir. Bu dönemde Türk karikatürcüleri yurtdışındaki yarşmalarda ödüller kazanmış, yapıtları yabancı gazete ve dergilerde yayımlanmış, karikatürleri albümlere, müzelere alınmıştır.


Türkiye'de de ulusal ve uluslararası yarışmalar düzenlenmeye başlanmıştır. Karikatürcülerin çizgi roman, canlandırma sineması diye de anılan çizgi film, kitap resimleme, afiş gibi sanat alanlarında da çalışmalar yapmışlardır. Karikatürün ne olduğu ve ne olması gerektiğine ilişkin ilk kurumsal çalışmalara da gene bu dönemde rastlanır. Türk karikatürü 1960'tan sonra bir duraklama dönemine girdi. Sanatçıların anlatım açısından yenilikler getirmeyişinin yanı sıra okuyucu ve izleyici de karikatüre daha az ilgi göstermeye başladı.





Gazete ve dergiler yalnız yurtdışından alınan karikatürleri ve adını duyurmuş Türk sanatçılarının yapıtlarını yayımlıyor, genç sanatçıların çalışmalarına fazla şans tanımıyordu. Duraklamaya neden olan etkenlerden biri karikatürün giderek soyut bir grafik sanat düzeyine gelmesi, anlatımını karmaşık simgeler ve çizim teknikleriyle iletir olmasıdır. Karikatür çizgiyle gülmece yapma sanatıdır düşüncesi yerini, karikatür güldürmez düşundürür düşüncesine bıraktı, gülmecesi sınırlı bu yaklaşım da geniş izleyici kitlesi tarafından benimsenmedi. Konu ya da anlatım yolu bulamayan karikatürcüler güncel olayları resimlemekten ileri geçemeyen yapıtlar üretir oldular.


Bu dönemin sonlarında, 1969'da Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk ve Ferit Öngören'le birlikte Karikatürcüler Derneği'ni kurdu. Yeni Karikatür Dönemi : 1970'lerin başında karikatür bir kendini yenileme sürecine girdi, böylece de günümüze kadar süren dördüncü ve sonuncu dönem başlamış oldu. Bu dönemde karikatür büyük yaygınlık kaznarak pek çok kişi, özellikle de gençler için bir anlatım, bir dışavurum aracı oldu. 1975'te de İstanbul'da, Tepebaşı'nda Türkiye'nin ilk Karikatür Müzesi kuruldu. Dönemin özelliklerinden biri soyut anlatımlarından uzaklaşmak olmuştur. Bir başka çizim özelliği de karikatürün çizgi romana özgü anlatım tekniklerinden yararlanmaya başlamasıdır. Altyazılar ortadan kalkarak, sözlerin konuşma balonları içine alınması, çizgi romana özgü ünlem, sözcük ve işaretlerin karikatürde de kullanılması, daha devingen, canlı, çarpıcı çizimlerin araştırılması, yazarı ile çizeri ayrı ortak yapımların çoğalması karikatüre yeni bir soluk kazandırmış, karikatürün yeniden yaygın bir anlatım aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır.
Dönemin gülmece açısından özelliği yazıdan kaçınmaması, dahası yüzyıllardır kullanılan bazı sözlü gülmece özelliklerine dayanarak bunu karikatüre aktarmasıdır. Ayrıca gülmece açısından bir başka önemli adım daha atmış, bilinmeyen üçüncü kişilere yönelik iğnelemeler yerine doğrudan sokaktaki insanı konu alan bir gülmeceye yönelinmiştir. Yazında gülmece yazarı Aziz Nesin'le başlayan, Türk insanının kendi kendisinin alaya alan gülmece yaklaşımının karikatüre katılması da bu sanata yeni bir canlılık veren en önemli etkenlerden biridir.


Bu dönemin önde gelen adı, 1950 kuşağının en genç karikatürcülerinden biri olan Oğuz Aral'dır. Onun yönetimini üstlendiği Gırgır adlı gülmece dergisi yeni anlayışa öncülük etmiş, pek çok genç sanatçının yetişmesini sağlamıştır. 1971'den beri çıkan ve adı 1989'da Oğuz Aral'ın yarattığı bir çizgi roman kahramanı olan Avni'ye dönüştürülen bu dergi görülmedik bir başarı kazanarak, bütün dünyada yayımlanan üçüncü büyük gülmece dergisi durumuna gelmiştir. Dönemin öteki karikatürcüleri arasında Hasan Kaçan, Behiç Pek, Latif Demirci gibi adlar vardır. Engin Ergönültaş, Can Barslan, Mehmet Çağçağ, Tuncay Akgün de aynı anlayışı sürdürmüşlerdir. Yeni anlayışa ayak uydurabilen, Oğuz Aral'ın kardeşi Tekin Aral bir yandan başarılı portre karikatürleriyle tanınırken bir yandan da Türkiye'nin büyük gülmece dergilerinden Fırt'ı yönetmektedir. Kemal Aratan, Serhat Gürpınar, Yavuz Taran ise bir sonraki çizer kuşağının temsilcileridir. Bu dönemde kadın çizerlerin de sayısı çoğalmıştır. En başarılı olanlarından biri Çılgın Bediş adlı çizgi romanın yaratıcısı Özden Ögrük'tür.


Bu arada bu dönemde karikatürcülüğünün yanı sıra mizah yazarlığı yapan isimler de görülür. Cihan Demirci, Gani Müjde ve Metin Üstündağ gibi isiler hem çizer hem de yazar olarak diğer mizahçılardan ayrılırlar. Karikatür günümüz Türkiye'sinde yaygınlık açısından en önde gelen sanat dalı durumuna gelmiştir. Sanatsal yaratıcılık alanı olarak geniş kitleler tarafından ilgiyle izlenmekte ve sevilmektedir. Gülmece dergilerinin sayısı çoğalmış, ayrıca gazete ve dergiler de gülmece ekleri vermeye, amatör çizer köşeleri düzenlemeye başlamişlardır. Büyük kentlerin dışında da sergiler, yarışmalar düzenlenmektedir. Bunlara paralel olarak karikatürün tarihini, kuramını konu alan yazılar, kitaplar yayımlanmaktadır.



--- Kaynakça.: Semih Balcıoğlu, Cumhuriyet'in 75. Yılında Türk Karikatürü / İş Bankası Kültür Yayınları / İstanbul, 1998 / ISBN 9754581347 Üstün Alsaç, Türkiye’de Karikatür, Çizgi Roman ve Çizgi Film / İletişim Yayınları / İstanbul, 1994 / ISBN 9754704139 Karikatürcüler Derneği Türk Karikatüristler Karikatürler Karikatür Vakfı

4 Kasım 2007 Pazar

Mahmud Ahmedinecad


Islam Cumhuriyeti nin 6. Cumhurbaskanidir. 28 Ekim, 1956 da Kuzey Iran da, Tahran vilayetine dogudan komsu olan Semnan vilayetinin sehirlerinden Germsar kenti yakinindaki Aradan köyünde bir nalbantin oglu olarak dünyaya gelmistir. 24 Haziran 2005 Iran cumhurbaskanligi seçimlerinin ikinci turunda seçilmis, 3 Agustos 2005de ardarda 8 yillik cumhurbaskanligi süresini doldurdugu için makamindan çekilen Muhammed Hatemi nin yerine Cumhurbaskanligina baslamistir.Cumhurbaskanligi seçilmeden önceki dönemde, (3 Mayis 2003 ile 28 Haziran 2005 arasinda) Tahran belediye baskanligi yapmistir.

Meslegi insaat mühendisligidir. Tahran Belediye Baskanligindan önce Iran Bilim ve Teknoloji Ünversitesinde ögretim üyeligi yapmaktaydi. Tahsilini de bu üniversitede yapmistir. Profesör ünvani bulunmaktadir.Siyasi güç zeminini Iran insaat sektörünün lobi kurulusu olan Islami Iran Insaatçilar Ittifakindan (Abadgaran) aldigi kabul edilmektedir.

Abadgaran, Iran cumhurbaskanligi seçimlerinin ilk turunda iki aday arasinda (Ahmedinecad ve Muhammed Bager Galibaf) bölünmüs, ikinci turda Ahmedinecadin arkasinda toplanmistir. Böylece, 1000 kadar adayin Iran Anayasa Muhafizlari Konseyi tarafindan elenmesinden sonra ilk tura katilabilen 7 aday arasinda en fazla oyu almis bulunan (Ahmedinecad ilk turda % 19.48 oraninda oy almisti) eski (Hatemiden önceki) cumhurbaskani Akbar Hasimi Rafsancani ye karsi ikinci turda teke tek yarisarak oylarin % 61.69unu elde etmistir. Muhalifleri seçime hile karistigi ithamlarini dile getirmislerdir. Ikinci tura Iranli seçmenlerin % 59u katilmistir.Hakkindaki genel yargi Islamci ve popülist görüsleri savunan bir dini muhafazakar oldugu yönündedir.






Sade yasanti tarzinin, iyi egitim mazisi ile dürüst politikalari kaynastirdigi imajinin ve popülist görüslerinin Iran toplumunun fakir tabakalari nezdinde popülerlik kazanmasina yol açtigi belirtilmektedir. Yapilabilir ve yapabiliriz (1605;1740;8204;1588;1608;1583; 1608;
1605;1740;8204;1578;1608;1575;1606;1740;1605;) slogani etrafinda olusturulmus Cumhurbaskanligi programinin belirsizlikler içerdigi görüsleri ortaya atilmistir. Hedeflerinden biri Iranin petrol gelirlerinin fakir halka yansitilmasidir.Dis politika açisindan, A.B.D. ile iliskilerde hiçbir açilim gösterilmememesi gerektigini net bir sekilde savunmustur. Birlesmis Milletler e defalarca suçlamalarda bulunmus, Iranin nükleer programini sürdürmesi gerektigini açik bir dille ifade etmistir.

Devamli surette mukabeleci bir tarzi ve söylemi vardir. Bir basin mensubunun siyasi tutuklularin saliverilmesinden bahsi üzerine Hangi siyasi tutuklular? Amerikadakiler mi? diye sormus, bilinen diger bazi ülkeler nükleer programlar gelistirirken Iranin neden gelistiremeyecegini (ülkesinin uluslararasi sistemin hayli disinda olduguna ve kaygi uyandirdigina deginmeksizin) sorgulamis, Birlesmis Milletlerin 5 daimi üyesinin bazi ayricaliklari olduguna göre Islam dünyasinin ayni ayricaliklari neden alamayacagini dile getirmis, son olarak da Yahudi Soykirimindan neden Filistinlilerin etkilendigi konusunu ortaya atmistir.



Cumhurbaskanligina seçildikten sonra bunu yeni bir Islam devrimi (veya, bulundugumuz Hicri Takvim yilindan hareketle, 1384 Islam Devrimi olarak nitelemis, bu devrimin yakinda bütün dünyaya erisecegi müjdesini vermistir. Ilk etapta bölge ülkeleri arasinda (vizelerin kaldirilmasi yoluyla) seyahat hürriyetini ve baglarin kuvvetlendirilmesini savunmaktadir. Israile iliskin açiklamalari ise, haritadan silme zihniyetindedir ve uluslararasi camianin tepkisi çekmistir.Siyasi kariyerinin baslangicindan beri militan ortamlarda yer almistir. 1979 Iran Islam Devrimi süreci içinde üniversitesinin ögrenci temsilcilerinden biriydi ve bu sifatla Ayetullah Humeyni ile birkaç kez görüsmüs, A.B.D. Tahran Büyükelçiliginin basilmasi ve elçilik mensuplarinin rehin alinmasiyla baslayan Iran Rehineler Krizinde ya sahsen yer almis, ya da yakin çevresinde bulunmustur.

Bir iddiaya göre o dönemde Sovyetler Birligi Büyükelçiliginin basilmasi önerisini ortaya atmistir.Rehineler Krizine dogrudan katildigina iliskin iddialar, Cumhurbaskani seçilmesinin hemen ardindan, Avusturyada Kürt muhalifleri öldürttügü iddialari ve Tahran Evin hapishanesinde siyasi suçlularin idam edildigi haberleri ile eszamanli olarak dünya basininda yer almistir. Ahmedinecad ve destekçileri bu suçlamalari reddetmisler, A.B.D. Baskani George W. Bush Temmuz 2005de Ahmedinecadin Rehineler Krizine katilimina iliskin iddialarin ciddi oldugunu ve sorusturulacagini belirtmis ise de, henüz bir sorusturma baslatilmamistir. Iddialar dünya basinina kriz döneminin Amerikali rehinlerinden 5i tarafindan yapilan açiklamalar ve teshisler sonrasinda yansimistir. Açiklamalarda bulunanlardan biri CIA mensubudur, Farsça bilen bir digeri de emekli kara albaydir. Bu eski rehineler Ahmedinecadi sert ve gaddar bir sorusturmaci olarak tanimlamaktadirlar. Teshis yapmalari istenen diger eski rehineler emin olamadiklarini belirtmislerdir.

Iran-Irak Savasi öncesinde Iran Devrim Muhafizlarina (Pasdaran) katilmistir. Savas esnasinda Kerkükte gizli operasyonlar yürüttügü bilinmektedir. Iran Devrim Muhafizlari 6. Ordusu basmühendisligi yapmis, savastan sonra Maku ve Hoy vilayetleri vali yardimciligi ve valiligine atanmistir. 1993-1997 arasinda Erdebil vilayetinin valiligini yürütmüstür. Ancak seçmenlerin % 12sinin katiliminin muhafazakar adaylarin önünü açtigi 2003 Tahran Belediye Baskanligi seçimleri sonrasinda baskentin belediye baskanligini elde etmesine degin Iran siyasi panoramasinda taninan bir kisi degildi. Belediye baskanligi esnasinda önceki baskanlarca açilmis kültür merkezlerine dini vurguyu ciddi bir oranda yerlestirmesi, belediye binalarinda kadinlar ve erkekler için ayri asansörler kullanimi zorunlulugunu getirmesiyle dikkati çekmistir. Tahran meydanlarinda Iran-Irak Savasinda ölenlerin anisinin en canli bir sekilde (bazi meydanlar açik mezarliklara dönüstürülerek) yasatilmasini önermistir.

Fakir kesime gida yardimi programlari da icraatlarini tamamlayan bir unsur olmustur. Belediye baskanligi ile beraber baskentin en öndegelen gazetesi Hemserinin yöneticiligini ele geçirmis, gazeteyi siyasi programinin odak noktalarindan biri haline getirmistir. Gazete kadrosundan Iran basin dünyasinin yükselen yildizlarindan kadin gazeteci Nafize Kuhnavardi, Hatemiye rejimin kirmizi çizgileri ve illegal istihbarat örgütleri hakkinda uygunsuz buldugu bir soru sordugu için, Türkiye ve Azerbaycan için casusluk yaptigi gerekçesiyle kovmasi gündemi mesgul etmistir. Ancak bizzat Hatemi ile de aralarinda tartismalar cereyan etmistir.Ilk icraatlarindan biri yeni evli çiftlere is ve konut edinebilmeleri için Iran petrol gelirlerinden ayrilan 1.3 milyar Dolarlik bir fonun yürürlüge konulmasi olmustur (Imam Riza Ask Fonu).

kaynak:www.biyografi.tv

Muhammed Musaddık


Muhammed Musaddık (1880 - 5 Mart 1967), İran'daki İngiliz petrol tesislerinin millileştiren ve başbakanlığı sırasında (1951-1953) Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yle büyük bir iktidar çekişmesi içine giren İranlı siyasi önder.

İranlı bir devlet görevlisinin oğluydu.İsviçre'de Lozan Üniversitesi'nde hukuk doktorasını tamamladı.1914'te İran'a döndükten sonra Fars iline vali olarak atandı.Rıza Han'ın (sonradan Rıza Şah Pehlevi) 1921'de düzenlediği darbeyle yönetimde güçlü bir konuma gelmesinden sonra, önce maliye bakanlığı, ardından da kısa süreyle dışişleri bakanlığı görevinde bulundu.1923'te Ulusal Danışma Meclisi'ne seçildi.Rıza Han'ın 1925'te kendisini şah ilan etmesine karşı çıkması bütün görevlerinden uzaklaştırılmasına neden oldu.

Rıza Şah'ın 1941'de oğlu Muhammed Rıza Pehlevi lehine tahttan çekilmek zorunda kalmasının ardından, siyasi yaşama dönerek yeniden meclise seçildi (1944).Sovyetler Birliği'ne İran'ın kuzeyinde petrol çıkarma ve arama hakkı tanınmasına karşı başarılı bir muhalefet hareketi yürüttü.Ardından İngilizlere ait Anglo-Iranian Oil Company Ltd.'nin İran'daki tesislerinin millileştirilmesi çağrısında bulunarak, milliyetçi çevrelerde büyük saygınlık kazandı.Musaddık'ın hazırladığı İran petrollerinin millileştirilmesini öngören yasa tasarısı 1951'de meclisten geçti ve şah, meclisin bu kararıyla daha da güçlenen Musaddık'ı başbakanlığa getirmek zorunda kaldı.


Millileştirme kararı İran'da giderek derinleşen bir siyasi ve ekonomik bunalıma yol açtı.Musaddık ve önderlik ettiği Ulusal Cephe Partisi, halk arasında güçlenmeye devam ettiyse de, yönetimde güçlü bir konumu olan elitlerin ve Batılı güçlerin Musaddık yönetimine tepkileri ypğunlaştı.İngilizler çok geçmeden İran petrol pazarından çekildiler.Musaddık'ın İran petrolü için yeni pazarlar bulmada karşılaştığı güçlükler ekonomik sorunları derinleştirdi.
Musaddık'la ciddi bir iktidar mücadelesi içine giren şah, Ağustos 1953'te başbakanı görevden alma girişiminde bulundu.Ama Musaddık yanlılarının başlattığı kitlesel sokak gösterileri karşısında İran'dan kaçmak zorunda kaldı.Musaddık'ın muhalifleri olaydan birkaç gün sonra ABD'nin desteğiyle bir darbe düzenleyerek Musaddık'ı yönetimden uzaklaştırdılar ve şahın ülkeye dönmesini sağladılar.Vatan ihanet suçundan üç yıl hapse mahkum edilen Musaddık, hayatının geri kalan bölümünü ev hapsinde geçirdi.İran'daki petrol tesisleri ise İran hükümetinin denetiminde kaldı.

kaynak:wikipedia

1 Kasım 2007 Perşembe

William Shakespeare



Hayatı




23 Nisan [1564]]’te Stratford-Upon-Avon’da doğan Shakespeare’in yaşamı hakkında bildiklerimiz kilise, mahkeme ve tapu kayıtları gibi resmi belgelerle çağdaşlarının onun kişiliği ve eserleri hakkında yazdıklarına dayanır. Hali vakti yerinde bir esnaf olan, aynı zamanda yerel yönetimde sulh hakimliği ve belediye başkanlığı gibi önemli görevler üstlenen John Shakespeare’in üçüncü çocuğu ve en büyük oğludur. Babasının maddi durumu daha sonraki yıllarda bozulsa da Shakespeare’in diğer eşraf çocukları gibi ilkokuldan sonra eğitim dili Latince olan King’s New School adlı ortaöğretim okuluna devam ettiğine ve burada Roma edebiyatının klasikleriyle tanıştığına kesin gözle bakabiliriz. Üniversiteye gitmeyen Shakespeare’in Latincesinin düzeyini tam olarak bilemediğimizden kaynak olarak kullandığı bazı eserleri asıllarından mı, yoksa çevirilerinden mi okuduğu hakkında bir şey söyleyemiyoruz.


1582’de on sekiz yaşındayken kendisinden sekiz yaş büyük Anne Hattaway ile evlenen Shakespeare’in bu evlilikten beş çocuğu olmuş bu 5 cocuktan ıkzlerde var arada kızın adı judıth erkek hammlet. ancak oğlu Hammlet’i 1596’da kaybetmiştir. 1585 yılı ile 1590’ların başı arasındaki yaşamı hakkında elimizde güvenilir bilgi yok. Ancak Shakespeare’in bu yıllar içinde Londra’ya gelip aktör ve oyun yazarı olarak tiyatroculuk mesleğine başladığını ve kısa zamanda ün kazandığını biliyoruz. Londra’da yaşadığı yıllarda Stratford ve ailesiyle ilişkisini düzenli olarak sürdüren Shakespeare’in profesyonel yaşamı çok yoğun geçmiş. Soneleri (“Sonnets”), konularını klasik mitolojiden alan iki uzun öyküsel şiiri (“Venus and Adonis” ve “The Rape of Lucrece”) ve oyunlarıyla tanınan Shakespeare yazarlık ve aktörlüğün yanı sıra çalıştığı tiyatro kumpanyasının altı ortağından biriydi. Eline geçen paranın önemli bir kısmıyla emlak satın almış ve bu yatırımlar sayesinde 1610’da Stratford’a oldukça varlıklı bir kişi olarak dönmüştür.
İşleriyle ilgili olarak ara sıra Londra’ya gitse de yaşamının son dönemini Stratford’da geçiren Shakespeare 23 Nisan 1616’da ölür.


William Shakespeare'in yaşamı Önder Paker tarafından 'Şu Bizim Will' adıyla oyunlaştırıldı.2007 Mayısında Beykent Üniversitesi Oyunculuk Bölümü öğrencilerinin oynadığı Şu Bizim Will, Shakespeare'in yaşamına ilginç bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. 1590'larda tiyatrosunu yaşatmak için uğraşan, borç batağında kıvranan, büyük veba salgınıyla herşeyini kaybeden ünlü İngiliz yazar Shakespeare'in, Kraliçe I.Elisabeth'in sarayına davet edilmesiyle yaşamının gidişatı değişir.Sarayda oyunlarını oynama imkanı bulan Shakespeare, neden İngiliz kültürünün simgesi olarak kabul edilmeye başlanır? Klasik oyunlar ile yazarların yaşamlarını oyunlaştırmada usta bir yazar ve yönetmen olarak kabul edilen Önder Paker tarafından yazılan ve sahnelenen Şu Bizim Will (William Shakespeare'in Yaşamı)adlı oyun, şairin oyunlarına da ilginç bir dramaturjiyle yaklaşmaktadır.




Eserleri


Komedi

Bir Yaz Gecesi Rüyası



Ana madde: Bir Yaz Gecesi Rüyası (oyun)
Bir büyü ve yanlışlıklar komedisidir.Atina yakınlarındaki bir koruda yollarını şaşıran dört sevgili, Periler Kralı Oberon ile kavgacı hizmetkârı Puck'ın büyüsüne kapılırlar. Kentten bir grup işçi de, gözden uzak bir yerde oyunlarını prova etmek için koruya gelir. Onlar da perilere katılırlar ve ortaya bir sürü karışıklık ve komik durum çıkar. Sonunda her şey düzelirse de, en komik sahne işçilerin Dük Theseus'un düğün şöleninde oyunlarını oynadıkları sahnedir.

Onikinci Gece



Ana madde: Onikinci Gece (oyun)
Yine bir yanlışlıklar komedisidir. Kadın kahraman Viola ve onun ıkız kardesının gemisi yabancı bir ülkenin açıklarında batar. Erkek kılığına giren ve "Cesario" adını alan Viola, ülkenin yöneticisi Dük Orsinonun hizmetine girer.Bu arada kaybolan erkek kardeste yardım sever denızcıyle kardesını aramaktadır. Erkek kılığındayken Dük'e aşık olur. Orsino'nun aşık olduğu zengin Kontes Olivia da "Cesario"ya tutulunca durum karışır. Gene en komik sahneler, neşeli Sir Tobby Belch ve arkadaşlarının Olivia'nın kendini beğenmiş ve süslü uşağı Malvolio'yu kandırmak için oyun oynadıkları sahne ve herkesın erkek sandıgı vıolanın aslında kadın oldugu ve bırde erkek ıkız kardesının oldugunun anlasıldıgı sahnelerde yasanır.

Venedik Taciri



Ana madde: Venedik Taciri
Venedik Taciri bir komedi olmakla birlikte ciddi bölümler de içerir. Oyundaki kötü adam Yahudi tefeci Shylock'tur. Borç aldığı parayı ödeyemeyen tüccar Antonio'dan, kendi vücudundan kesilecek yarım kilogram et ister. Shylock'un açgözlülükle bıçağını bilediği gerilimli bir duruşmadan sonra Antonio kendisini savunan genç bir avukatın zekâsı sayesinde kurtulur.

Romeo and Juliet




Ana madde: Romeo ve Juliet (oyun)
Shakespeare'in tüm oyunları arasında en çok sahnelenenlerden biridir. İtalya'nın Verona kentinde yaşayan birbirlerine düşman ailelerin çocukları olan Romeo ile Juliet'in, aileleri arasındaki nefret yüzünden son bulan aşkları anlatılır.

Hamlet



Ana madde: Hamlet (oyun)
Hamlet'te, babası öldükten sonra annesiyle evlenen amcasının aslında babasının katili olduğunu öğrenen Danimarka Prensi Hamlet derin bir acıya kapılarak öç almaya karar verirse de, bunu bir türlü gerçekleştiremez. Oyun, yalnızca amcası Claudius'un değil, kraliçe ve Hamlet'in de öldükleri bir sahneyle biter.

Kral Lear




Shakespeare trajedilerinin en korkuncu, ama belki de en önemlisidir. Gururlu ve bencil olan yaşlı Kral Lear, sadık ve sevgili kızı Cordelia'nın kendisini ne kadar sevdiğini ablaları gibi abartmalı bir dille açıklamaması üzerine, öfkeye kapılarak onu sürgüne gönderir ve tüm servetini öbür kızları Goneril ve Regan arasında paylaştırır. Oysa iltifat dolu sözlerine karşın bu iki kardeş zalim ve haindir. Çok geçmeden Lear onların gerçek yüzlerini görür. Fırtınalı bir gecede sokağa atılan Lear, Cordelia'ya yaptığı haksızlığın acısıyla çıldırmaya başlar. Sonunda onu kurtarmak için geri dönen Cordelia da düşmanları tarafından öldürülür. Üzüntüden perişan olan kral kızının ölüsüne sarılarak son nefesini verir.

Antonius ve Kleopatra



Ana madde: Antonius ve Kleopatra (oyun)
Tutkulu bir aşkı ve tarihsel olayları veren bu tragedyanın tarihi mi aşkı mı birinci plana aldığı hep tartışılır. Mısır'la özdeşleşen Kleopatra'nın Antonius tutkusu, Roma imparatorluğu içindeki karışıklıklar, Antonius'un Kleopatra'dan hem uzaklaşmak istemesi (belki de bunun için Sezar'ın kız kardeşiyle evlenmesi) hem de her seferinde ona koşması, iki yetişkin insanın birbirlerini vazgeçilmez kılıp aşkı acılarıyla, saplantılarıyla yaşamaları. Antonius ve Kleopatra aşkın başyapıtlarından. tania

Othello


Ana madde: Othello (oyun)
Othello Venedik'te yaşayan Mağripli zeki bir askerdir. Mağripli, Desdemona adında, olağanüstü bir güzelliğe sahip olan bir kadınla evlenir. Oyun, Othello'nun Kıbrıs'a, Osmanlı ile yapılacak olan şavaşta görev almaya gitmesiyle şekillenmeye başlar. Othello'nun, emir eri olan Iago adındaki hırslı ve mevki düşkünü asker tarafından kandırılmasıyla karısı Desdemona'yı boğarak öldürmesi ve ardından Iago'nun tüm sinsi planlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır.

Titus Andronicus Romalı komutan Titus ve ona düşman olan kraliçe arasında geçen trajediyi anlatır. Kraliçenin yaptığı kötülüklere karşı Titus'un sabrı ve intikam aşkı etkileyicidir.

Tarihsel Oyunlar


Shakespeare konuların İngiliz tarihindeki olaylardan alan birkaç oyun da yazdı. Bunlardan ilki, rakiplerine ve düşmanlarına acımasız davranan kötü ruhlu ve kambur Kral III. Richard'ı anlatan III. Richard`dır. Kurbanları arasında Londra Kulesi'nde öldürülen iki genç prens de vardır. Yaşamını yitirdiği Bosworth Field çarpışmasından bir gece önce prenslerin ve öteki kurbanlarının hayaletleri uykusunda Richard'a görünür.


Tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi oluşturur: II. Richard'ın Trajedisi, Henry IV’ün iki bölümü ile Henry V. The Tragedy of Richard I'ı da güçsüz kral tahtından vazgeçerek tacını IV. Henry adını alan Henry Bolingbroke'a bırakır. Öbür iki oyunda, yeni kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklanmalar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu Prens Hal avare ve savurgan bir yaşam sürer. Ama babasının ölümüyle tahta geçerek V. Henry adını alan Prens Halin döneminde düzen yeniden kurulur. V. Henry'nin orduları Fransa'da büyük zafer kazanır. Henry'nin Fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye de barış getirir.


Shakespeare'in, konularını Eski Yunan ve Roma tarihinden alan oyunlarından en ünlüsü ise Julius Caesar`dır. Bu oyunda dürüst ve erdemli bir kişiliği olan Brutus, Jül Sezar'ın kendisini Roma imparatoru ilan etmesini önlemek amacıyla, arkadaşlarıyla birlik olup çok sevdiği Jül Sezar'ı özgürlük adına öldürür. Ama bunun cumhuriyetin yok olmasını önleyememesi üzerine de kendi canına kıyar.

"Mutlu Son"la Biten Oyunlar



Shakespeare yaşamının sonlarına doğru kötülük ve acıyı içerdikleri için tam olarak birer komedi sayılmayan, ama ölümle değil de bağışlama ve mutlu sonla bittikleri için trajedi de sayılmayan birkaç oyun yazdı. Bu oyunlardan biri olan Kış Masalı'nda, Leontes adlı bir kral hiçbir neden yokken karısı Hermione'yi kıskanır, karısıyla tüm ilişkisini keser ve bebek yaşındaki Perdita adlı kızının yabani hayvanlara yem olsun diye ıssız bir yere bırakılmasını emreder. Perditayı bir çoban kurtarır ve büyütür. Sonunda kız, babasına geri döner. Kralın uzun yıllar boyunca pişmanlıkla andığı ve öldü diye yas tuttuğu Hermione de geri döner, böylece sonunda geçmişin hataları bağışlanır.


Fırtına'da ise olay, düklüğü elinden alınan Prospero'nun yönetimindeki bir adada geçer. Büyü gücüne sahip Prospero, hava perisi Ariel'i ve yarı insan yarı canavar Caliban'ı yönetmektedir. Yıllar önce hileyle düklüğü ele geçiren Prospero'nun kardeşi Antonio, adanın yakınında bir deniz kazası geçirir. Prospero büyü gücüyle kendisine haksızlık edenleri cezalandırır. Ama daha sonra onları bağışlar ve kızı Miranda'nın Antonio'nun oğlu Prens Ferdinand ile evlenmesine izin verir. Oyun Prospero'nun büyülü değneğini kırması, büyü kitabını denize atması ve tüm grubun düşmanlıkları geride bırakıp büyüyle onarılmış gemiyle İtalya'ya yelken açmasıyla sona erer.
Eserlerinin bir çoğu Türkçe’ye çevrilerek, ülkemizde de sergilenmiş, bazıları da sinema filmi olarak çekilmiştir.


Kaynak:Wikipedia