26 Eylül 2008 Cuma

Maksim Gorki



Aleksey Maksimoviç Peşkov, (Rusça: Алексей Максимович Пешков, daha çok bilinen adı ile Maksim Gorki (Максим Горький)), (d. 28 Mart 1868 – ö. 18 Haziran 1936). Sovyet/Rus yazar, sosyalist gerçekçi yazımın öncüsü politik eylemci.

Hayatı


Gorki, nakliyecilik yapan babasını 5 yaşındayken kaybeder, annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Novgorod'a döner. 11 yaşında tamamen öksüz kalır ve anneannesi ve büyük babası tarafından Astrahan'da büyütülür. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin üzerinde büyük etkisi vardır. Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir. 8 yaşında çalışmaya başlar, bu sayede Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanır. Bir gemide bulaşıkçılık yaparken okuma merakı sarar. İlk gençlik yıllarını Kazan'da geçiren Gorki Aralık 1887’de intihar girişiminde bulunur. Sonraki 5 yıl boyunca değişik işlerde çalışarak, daha sonra yazılarında kullanacağı pek çok izlenimi edindiği büyük Rusya turuna çıkar. Gorki'nin daha sonra eserlerinde görülen güçlü betimlemeler ne kadar keskin bir gözlemci olduğunu gösterecektir.


1892 yılında Tiflis’de Kafkasya gazetesinde çalışmaya başladı. Yoksullukla ve acıyla dolu bir hayat sürdüğü için Rusça’da acı anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başladı. 1895'te St. Petersburg'da yayınlanan bir dergide çıkan Çelkaş adlı öykü ile ünlendi. Ardından Yirmi Altı Erkek ve Bir Kız öyküsü yayınlandı. Ünü hızla yayıldı. Bu öyküler kadar başarılı olmayan bir dizi roman ve öykü daha yazdı. Gorki’nin 1898 yılında yayınlanan ilk kitabı Hikaye Denemeleri (Очерки и рассказы) çok beğenilir ve yazarlık kariyerinin başlatangıcı sayılır. İlk romanı Foma 1899'da basıldı. Bu dönemde sağlam bir olay örgüsü kuramaması ve yaşamın anlamı üzerine uzun felsefik tartışmalara girmesi romanlarının başarısını düşürür. 1906'da yazdığı ve Rus Devrimi'ne adadığı Ana en başarılı romanıdır. 1899-1906 arasında St. Petersburg'da yaşar. Gorki, Çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmıştır. Çarlık tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır. 1901'de Fırtına Kuşunun Türküsü isimli kısa şiiri yüzünden tutuklandı. Kısa sürede serbest kaldı, Kırım'a gitti.


Gorki birçok devrimci ile tanıştı. Lenin’le tanıştığı 1902 yılından itibaren aralarında yakın bir arkadaşlık oluşmuştur.


1902 yılında Rusya Edebiyat Akedemisi'ne seçilir. Ancak Çar II. Nikolas buna izin vermez. Anton Çehov ve Vladimir Korolenko bu tavrı protesto eder ve Akademiden ayrılır.
Başarısız olan 1905 Rus Devrimi sırasında Peter ve Paul Kalesi'nde kısa bir süre daha hapis kalır. Gorki Güneşin Çocukları adlı oyununu yazar.

Ekim Devrimi ve Gorki


Gorki 1905'de Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ne resmi olarak üye olur ve bolşeviklerle beraber hareket eder.
1905 Devrimi'nde önemli bir rol oynayan Bilgi isimli bir yayınevi kurar. 1906'da ABD'ye seyahat eder aynı yıl Rusya'dan ayrılıp İtalya’da Kapri Adası'ndaki villasında yaşamaya başlar. 1913'te tekrar Rusya'ya döner ve Rusya'nın Birinci Dünya Savaşı'na girmesine karşı çıkar.
I. Dünya savaşı sırasında Petrograt'taki dairesi Bolşevik ofisi gibi çalışmaya başlar. Lenin’in devrim fikrini erken bulan Kamenev ve Zinovyev’in eleştirel yazıları Gorki’nin gazetesi Yeni Hayat’da basılır. Gorki de gazetesinde Bolşeviklerin iktidara el koymasını eleştirir. 1918'de Bolşeviklerin Vakitsiz Düşünceleri isimli makalelerini yayınlar.


Lenin Gorki ile dostluğuna zarar vermek istememiş bu dönem boyunca kendisini ikna etmeye çalışan uzun mektuplar yazmıştır.


Lenin'in Gorki'yle 1919'daki yazışmalarında Petrograd’ın boğucu havasının ve çevrenin onu kötü etkilediğini ve bir hava değişikliğine ihtiyacı olduğunu düşündüğünü yazmıştır.Bu mektuplarda Olayların Pentograd’dan göründüğü gibi olmadığını gelmek isterse bu tür bir ziyareti planlayabileceklerini yazmış, bu tür fikir ve davranışların hayatı kendisi için zorlaştıracağını söylemiştir.


Ancak Komünist Enternasyonal Dergisi'nde Gorki’nin yazdığı bazı yazıları yakışıksız bularak 31 Haziran 1920’de Politbüro’ya bu tür makelelerin Komünist Enternasyol’de yayınlanmaması gererektiğini belirten mektubunu göndermiştir. Bu yıllar Gorki ile Bolşeviklerin fikir ayrılıkları olarak tanımlanacak tartışmalarla geçmiştir. Zira devrimin hemen yapılması konusunda Lenin’le fikir birliğinde olmayan birçok parti üyesi bulunmaktadır. Ancak Gorki’nin Parti ile ilişkisinde tam anlamı ile bir kopukluk veya destekten bahsetmek mümkün değildir.


Ağustos 1921'de bir yazar arkadaşı ve Anna Ahmatova'nın kocası Nikolay Gumilyov'un Petrograd Çeka'sı tarafından monarşist görüşleri nedeni ile tutuklandığını öğrenir. Gorki arkadaşının bizzat Lenin tarafından bırakılmasını sağlamak için hemen Moskova'ya gider. Ancak Petrograd'a döndüğünde Gumilyov'un zaten öldürüldüğünü öğrenir. Ekim ayında tüberküloza yakalanır ve İtalya'ya göçer.


1921-1929 arasındaki yıllarını tekrar İtalya'nın Sorrento kentindeki villasında geçirmiştir. 1929'dan sonra SSCB'ni birçok kez ziyaret etmiştir. Haziran 1929'da Gorki Solovki'yi ziyaret etmiş ve batıda kötü bir üne sahip olan Gulap Kampı hakkında olumlu şeyler yazmıştır. 1932'de Stalin Gorki'yi ülkeye kesin dönüş yapmaya çağırmış ve ülkesinde büyük bir memnuniyetle karşılacağını garantilemiştir.


Aleksandr Solzhenitsin'e göre Gorki kendi ilgileri nedeniyle dönmüştür. Gorki’nin Faşist İtalya'dan geri dönüşü Sovyet zaferinin büyük bir propagandası olur. Gorki'ye Lenin Nişanı verilir ve eskiden milyoner Ryabuşinskiy'e ait olan ve şimdi Gorki Müzesi olan Moskova'daki malikaneye yerleştirilir. Şehir dışında da bir yazlık ev tahsis edilir. Moskova'nın büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi'ne ve doğduğu şehire adı verilir. 1990’da şehrin adı tekrar Nizhni Novgorod olarak değiştirilecektir.
1930'larda dünyanın en büyük uçaklarından olan Tupolev ANT-20'ler de Maksim Gorki olarak isimlendirilmişlerdir.


Ancak Stalinist baskı arttıkça ve özellikle 1934 yılının aralık ayındaki Sergey Kirov Suikastı'ndan sonra Gorki Moskova'daki evinde bir nevi hapis hayatı yaşamıştır. Son dönem yapıtlarının hemen hepsinde devrim öncesi dönemi ele almıştır.

Ölümü


Aleksey Peşkov’un Mayıs 1935’deki ani ölümünü takiben Gorki de 1936 yılında Haziran ayında hayata gözlerini yumdu. Her ikisinin de ölümü şüphe altındadır. Zehirlendikleri iddia edilmiş ama bu hiç bir zaman ispatlanamamıştır. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar arasında Stalin ve Molotov da yer alacaklardır.


1938’de Buharin’in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.
Kaynak:wikipedia

20 Eylül 2008 Cumartesi

Marilyn Manson, gerçek adıyla Brian Warner, 1969' da Canton Ohio'da epey dindar bir ortamda dünyaya geldi. Ufak tefek zayıf Brian hemen her gün mahallede ki çocuklardan dayak yiyordu. 8 yaşındayken komşunsunun tacizine uğramıştı, ailesi de ona yardim amacıyla onu pahalı bir katolik okuluna gönderdiler. Bu sayede Brian daha da nefret edilen bir çocuk haline geldi. Her gün katolik dini üzerine dersler görüyor, çıkışlarda da dövülüyordu ve evde sapık bir büyükbabası vardi. Brian içinde biriken tüm öfke ve tepkiyle müziğe yöneldi. "Eğer o zaman müziği keşfetmeseydim şimdiki durumum çok daha farklı olurdu ve büyük ihtimalle çok daha karanlık. Jeffrey Damher ve Richard Ramirez gibi seri katillerin yaşamlarını okudum ve onları anlayabiliyorum. Onların nereden geldiklerini ve ne yaşadıklarını anlıyorum ve aramızdaki fark benim bir dereceye kadar kendimi ifade edecek bir çıkış yolu bulmuş olmamadan başka birşey değil. Onlar bunu yapamadılar. Belki de yaptığımız tek şey bir yardim ve ilgi çağrısıdır yalnızca, tek fark ise bu çağrının aldığı biçim." demiş Manson.



KURULUŞ



Grup müziğe 1989 yılında Spooky Kids adıyla başladı. Grubun ilk kadrosunda gitarist Daisy Berkowitz, bas gitarist Olivia Newton Bundy ve keyboard'da Zsa Zsa Speck bulunmaktaydı. Grup ilk kurulduğunda bir "drum-machine" kullanılıyordu. Gruba kısa süre sonra Pogo takma adını kullanan keyboard'çı Madonna Wayne Gacy ve bas gitarist Gidget Gein katıldı. Bu kadro ile demo albüm kaydettiler. 1991'de "drum-machine"in yerini Sara Lee Lucas aldı. Grubun asıl amacı insanları şaşırtmaktı. Bu yüzden konserlerinde ilginç kıyafetler girip, alevli gösterielrde bulunuyorlardı. Grup dikkat çekmeyi başarmıştı.Nine Inch Nails grubunun beyni Trent Reznor'un dikkatini çeken grup onun firması Nothing Records ile anlaştılar.



Portrait Of An American Family



Portrait Of An American Family albümünün kayıtları 1993'te bitti. Bu arada Marilyn Manson, bas gitarist Gidget Gein'in yerine Twiggy Ramirez'i aldı. Albüm ilk single Get Your Gunn ile birlikte iyi eleştiriler aldı. Turneden sonra Anton LaVey ile buluşan Manson "muhterem" anlamına gelen ve genelde rahipler için kullanılan "Reverend" unvanını aldı. Bir konser sırasında Sara Lee Lucas'ın baterisini yakarak onu gruptan atan Marilyn Manson, onun yerine gruba Ginger Fish'i aldı. Bu arada 1995'te Smells Like Children adlı EP'sini yayımlayan grup Sweet Dreams single'ları ile MTV'de sıkça gösterilmeye başladı ve büyük bir hayran kitlesi kazandı.



Antichrist Superstar



Grup bir kıyameti anlatacağını söyleyen MM yeni albümü Antichrist Superstar üzerinde çalışmaya başladı. Ancak grup elemanları arasında büyük sorunlar yaşanıyordu. Uyuşturucu kullanımı da büyük sorunlara neden oluyordu. Bu dönemlerde gitarist Daisy Berkowitz grubu bıraktı. Albümdeki çoğu gitarı bas gitarist Twiggy Ramirez çaldı. Daha sonra adı gruba Kabbala inancında ünyanın yaratılışı anlamına giren Zim Zum girdi. 1996'da yayınlanan albümün ve The Beautiful People single'ının başarısıyla da grup yaptıkları en büyük turneyi gerçekleştirdiler. Ancak grubun popüleritesi artarken de görünüşleri ve sözleri yüzünden tepkiler yağmaya da başlamıştı.Marilyn Manson: “Bu albüm kendileri için yarattıkları günahlardan dolayı Tanrının Amerika’ya gönderdiği ceza olacak, ve umarım ben Hristiyanlığı sona erdirmiş adam olarak anılacağım.”Marilyn Manson “Antichrist Superstar” ı Beatles’in “White Albüm”üne benzetiyor: “Oradakilerde hiç konserda çalınmamış, stüdyoda bestelenmiş şarkılardı. Bu albümde öncelikli şey tavrımızı ortaya koymaktı”



Mechanical Animals



“Mechanical Animals”da “Antichrist Superstar”ın içerdiği ruh haline göre white bir albümdü. Bu albümde Marilyn Manson kafayı uyuşturuculara takmıştı;. Ayrıca 10 yıldır simya ve tarot dersleri alan Manson bu yönünü albüme yansıttı.” Mechanical Animals”daki harfleri karıştırdığınızda karşınıza “Marilyn Manson is An Alchemical Man” cümlesi çıkıyordu. Manson’ın yeni imajı ise “Omega”ydı.Albüm kapağının Amerika’daki bazı müzik marketlerde sansürlenmesi bu albüme gelen en komik tepkiydi. Aslında bu albüm çok fazla saldırı da içermiyordu, hatta daha çok Marilyn Manson’ın kendisiyle ilgiliydi.Özellikle uyuşturucu sorunu ençok işlenen konuydu ki buna da en iyi örnek “Coma White” diyebiliriz.Mechanical Animals hazırlıkları devam ederken Marilyn Manson bir yandan da filmlerde roller almaya devam ediyordu. Kendi hayatını anlatan Long hard Road Out Of Hell adlı kitabı da yazmıştı. Albüm 1998'te yayınlandı. Albüm çıkmadan Zim Zum şarkı yazımında katkıda bulunmasına rağmen gruptan ayrıldı ve yerine John 5 geldi. Marilyn Manson, bu albüm sırasında adını Omega koyduğu ve David Bowie etkileşimli bir rock starı oynamaya başladı. 1999'da turne sırasında Columbine Lisesi katliamı yaşandı. Marilyn Manson da katil çocukları etkileyen bir rol model olmakla suçlandı. Baskılar yüzünden grup turneyi yarıda kesti ve uzun süre sahnelerden uzak kaldı.



Holy Wood



Baskılar yüzünden sessizliğe çekildi. Sadece 1999'da The Last Tour On Earth adlı bir konser albümü yayınladı. Marilyn Manson da stüdyoya çekilip yeni şarkılarla uğraşıyordu. 2000'de Holy Wood (In The Shadow Of The Valley Of Death) yayımlandı. Manson albümde, Columbine sonrası hissettikleriyle, Amerika popüler kültürünü eleştirmişti. Eleştirmenler tarafından çok beğenilse de albüm çok fazla satmadı.



The Golden Age Of Grotesque



Marilyn Manson, Holy Wood ile beraber kafasındaki üçlemeye son vermişti. Yeni albümde 1930'lar etkilerini yansıtma planları vardı. Bu sırada bas gitarist Twiggy Ramirez fikir ayrılıkları yüzünden gruptan ayrıldı ve yerine Tim Skold girdi. Tim Skold müzikal anlamda elektronik müziğe daha yatkındı ve onun etkisiyle Marilyn Manson müzikal anlamda biraz daha değişmişti. 2003'te çıkan The Golden Age Of Grotesque birinci sıradan listelere girdi. Turnesinde 1930'lara uygun olarak kıyafetler ve gösteriler kullanıldı. 2004'te grup bir Lest We Forget adlı "best of" yayımladı. Best of albümünden sonra gitarist John 5 da gruptan ayrıldı.



Eat Me Drink Me



5 Haziran 2007 'de grubun yeni albümü Eat Me Drink Me piyasaya sürüldü. Albümde Marilyn Manson'ın eşi Dita Von Teese'den ayrıldıktan sonra yaşadıkları yüzünden aşk temasının baskınlığı albümü öteki Manson albümlerinden ayırdı. Diğer bir farklı yön ise albümün Marilyn Manson ve Tim Skold ile beraber kaydedilmesiydi. Bu dönemde grupta 1990'dan beri keyboard çalan Madonna Wayne Gacy de gruptan ayrıldı. Albümün kaydedilmesinden sonra da Chris Vrenna keyboarda ve Rob Holliday bas gitara alındı. Grubun basçısı Tim Skold ise gitara geçti. Albüm Billboard listelerinde 8 numaraya kadar çıktı.şu sıralarda hayranlarını şoke edecek bir haberle asıl manson sevenlere little hornda söylediği gibi (EVERYONE WILL SUFFER NOW!)ızdırap çektireceğe benziyor.tim skoldla yollarını dostça ayıran manson şimdi twigyyle başladıkları gibi devam etmek ve sonlandırmak istiyor.twiggy gruba gitarist olarak döneceği için manson sevenler büyük şaşkınlıkla bekliyorlar...



Grup Elemanları ve İsimleri



Marilyn Manson - Vokal (1989'tan beri)

Twiggy Ramirez - Bas Gitar (2008'den beri)

Chris Vrenna - Keyboard (2007'den beri)

Ginger Fish - Bateri (1995'ten beri)

Rob Holliday - Gitar (2007'den beri)



Eski Elemanlar



Zsa Zsa Speck - Keyboard (1989 - 1990)

Olivia Newton Bundy - Bas Gitar (1989 - 1990)

Gidget Gein - Bas Gitar (1990 - 1993)

Sara Lee Lucas - Bateri (1990 - 1995)

Daisy Berkowitz - Gitar (1989 - 1996)

Zim Zum - Gitar (1996 - 1998)

John 5 - Gitar (1998 - 2004)

Mark Chaussee - Gitar (2004 - 2005)

Madonna Wayne Gacy - Keyboard (1990 - 2007)

Tim Skold - Gitar (2003 - 2008)



Kaynak:alternatifrock.net

18 Eylül 2008 Perşembe

Emeviler (661-750)

Emevi hanedanın kurucusu Muaviye, Mekkeli Kureyş kabilesine bağlı Ümeyye ailesinden geliyordu. Emeviler, ailenin adından dolayı Beni Ümeyye olarak da anılır. Muaviye, Hz. Ömer döneminde 641'de Şam valisi olmuş ve Suriye'yi denetimi altına almıştı. Muaviye, 656’da başa geçen Hz. Ali'nin halifeliğini tanımadı ve onu üçüncü halife Hz. Osman'ın öldürülmesinden sorumlu tuttu. Hz. Ali, Şam valiliğine bir başkasını atayınca da çekişme savaşa dönüştü. Muaviye, Sıffin Savaşı'nda (657) yenilmek üzere olan askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını taktırdı v böylece Hz. Ali'nin ordusunu durdurdu. Halifelik sorununu savaşla değil hakeme başvurarak çözmeyi önerdi. Ne var ki Muaviye’nin hakemi Hz. Ali’nin hakemini ikna ederek Muaviye’yi halife ilan etti.Söylenen şudurki Hz.Ali'nin hakemi ile Muaviye'nin hakemi anlaşdıktan sonra Hz.Ali'nin hakemi orduların önünde yüzüğünü çıkartarak Hz. Ali'yi halifelikten aldım der.Aynı şeyi yapması beklenen Muaviye'nin hakemi masadan yüzüğü alır ve ben Muaviye'yi halife yaptım der.böyle ufak bir hile ile Hz. Ali halifelikten indirilmiş olur.Hz. Ali bu sonucu kabul etmemekle birlikte denetimindeki toprakları yavaş yavaş yitirdi ve bir süre sonra da öldürüldü.

Muaviye, Hz. Ali'nin 661'de öldürülmesinden sonra halifeliğini ilan etti ve böylece Emevi yönetimi başladı. Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir biçimde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Ardından yeni fetihlere girişti. Emevi egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yaydı. Yeni kurulan donanmayla 669-678 arasında Bizans’ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlendi, ama başarılı olamadı. Muaviye 680’de öldüğünde ardında güçlü bir devlet bıraktı. Halifeliği dinsel önderliğin yanı sıra tam bir siyasal önderliğe dönüştürdü. Halifelik merkezini de kutsal topraklardaki Mekke’den Şam’a taşıdı. Artık halife bir kurul tarafından seçilmiyor, babadan oğula geçiyordu. Nitekim Muaviye’nin yerine oğlu I. Yezid halife oldu.

I. Yezid tahta çıktığında yeni bir halifelik sorunuyla karşı karşıya kaldı. Hz. Ali'nin küçük oğlu Hüseyin, halifeliğin kendi hakkı olduğunu ileri sürdü ve Yezid'in halifeliğini tanımadı. Yezid sorunu askeri yöntemlerle çözmeye karar verdi ve Hüseyin ile yandaşlarını 681’de Kerbela'da kıyıma uğrattı. Bu olay, İslam tarihindeki Sünni ve Alevi-Şii mezhep ayrılığını da kesinleştirdi. I. Yezid, yaklaşık üç yıl iktidarda kaldı, ama İslam tarihine en acımasız hükümdarlardan biri olarak geçti. I. Yezid'in ölümünden sonra 683’te oğlu II. Muaviye halife oldu. II. Muaviye’nin iktidarı yalnızca bir yıl sürdü. II. Muaviye ve önceki iki hükümdar, Ebu Süfyan’ın soyundan geldikleri için Süfyaniler olarak anılır.

II. Muaviye’den sonra 684'te I. Mervan halife olarak Emevi Devleti’nde Mervaniler dönemini başlattı. Emeviler en parlak dönemini I. Mervan’ın oğlu Abdülmelik döneminde (685-705) yaşadı. Bu dönemde Irak ve İran'daki ayaklanmalar bastırıldı. Hindistan ve Orta Asya'da yeni fetihlerle devletin sınırları genişletildi. Süleyman’ın halifeliği sırasında Bizans İmparatoru III. Leon'un 717'de Emevi ordusunu ağır bir yenilgiye uğratması, Emevi Devleti’nin gerileme döneminin başlangıcı oldu. Araplar arasında kabile çatışmaları yeniden başladı ve "Mevali" denen, Arap olmayan Müslümanların merkezi yönetime karşı hoşnutsuzlukları arttı. 707-720 arasında halifelik eden Ömer'in başlattığı yenileşme hareketleri de kalıcı bir sonuç getirmedi. Hişam döneminde (724-743), 732'de İspanya üzerinden Fransa'yı fethe girişen Emevi ordusu Poitiers'de (Puvatya) durduruldu. Emeviler Anadolu'da Bizans’a karşı üstünlüklerini de yitirdiler. Orta Asya'da Türkler, Kuzey Afrika'da Berberiler Emevi egemenliğine başkaldırdılar.

Son Emevi Halifesi II. Mervan döneminde (744-750) Abbasiler denetiminde gelişen muhalefet Emevi egemenliğini sarstı. Emevi Devleti’nin yıkılışında Ebu Müslim Horasani önemli rol oynadı. Sonunda Abbasilerin önderi Ebu'l-Abbas, Emevi egemenliğine son verdi ve Emevi hanedanının bütün üyelerini öldürdü. Bu kıyımdan canını kurtarabilen Abdurrahman, İspanya'ya giderek orada Endülüs Emevileri Devleti’ni kurdu.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin Askerî Tarihi

Sovyetler Birliği'nin askerî tarihi Bolşeviklerin iktidara geldiği 1917 Ekim Devrimini izleyen günlerde başlar. Yeni hükümet Rus İç Savaşı'nda değişik rakipleriyle başa çıkabilmek amacıyla Kızıl Ordu'yu kurdu. 1939'da Mançukuo ile Moğolistan arasındaki sınır anlaşmazlığında Moğolistan'ı destekleyerek Khalkha Nehri Hâdisesi'nde Mançukuo'yu sahiplenen Japonya ile çarpıştı. Molotov-Ribbentrop paktıyla Nazi Almanyası ile anlaşarak Polonya'nın doğu illerine saldırdı ve kuvvetlerini konuşlandırdı. Baltık Devletleri'ni, Romanya'dan Besarabya ve Kuzey Bukovina'yı ilhak etti. 1939-1940'ta Finlandiya'yı işgal etti. II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nı yenilgiye uğratan ana askerî kuvvet Kızıl Ordu'ydu. Savaştan sonra Almanya'nın doğu yarısı ile Orta ve Doğu Avrupa'daki birçok ülkeyi işgal etti, bunlar daha sonra Doğu Bloğu'nun uydu devletleri olmuşlardır.


Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri'ne rakip tek süper güç haline gelmişti. İki ülke arasında süregelen Soğuk Savaş, askerî kuvvetlerin artırılmasına, nükleer silah ve uzay yarışına neden olmuştur. 1980'lerin başında Sovyet silahlı kuvvetleri diğer tüm ülkelerden daha fazla birliğe ve nükleer silaha sahipti. 1991 yılında ekonomik ve politik faktörler nedeniyle Sovyetler Birliği çöktü.

Sovyet silahlı kuvvetleri beş ana kuvvetten oluşuyordu. Resmî önem sıralamasına göre ana kuvvetler şunlardı: Stratejik Füze Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Hava kuvvetleri, Hava Savunma Kuvvetleri, ve Deniz Kuvvetleri. Diğer iki Sovyet askerî birimi ise İçişleri Bakanlığı'na bağlı milis kuvvetler (MVD Birlikleri) ve KGB'ye bağlı Sovyet Sınır Muhafaza Birlikleri'ydi.Bu kurumlar ülkeden bağımsızdı..

Çarist ve devrimci geçmiş

Şubat Devrimi ile Çar devrilmiş ve yerine 1917'de Rusya Geçici Hükümeti'ni iktidara getirmişti. Bu geçici hükümet de 1917 Ekim Devrimi'yle yıkılacaktı. I. Dünya Savaşı'nda Doğu Cephesi'ne katılarak yorgun düşmüş olan Rus Ordusu parçalanma ve yıkılmanın son devrelerini yaşıyordu. Her ne kadar komuta kademesinde Bolşeviklerin nüfuzu güçlüyse de, subayların çoğu Komünizm'e şiddetle karşı çıkıyordu. Bolşevikler, Çarlık Ordusu'nu nefret edilen eski rejimin temel unsurlarından biri olarak gördüler ve bu orduyu kaldırarak yerine Marksist davaya bağlı yeni bir askerî kuvvetin kurulmasına karar verdiler. Dolayısıyla Çarlık Ordusu'nun çekirdeği Rusya Geçici Hükümeti Ordusu'nun ve daha sonra da Beyaz Ordu'nun çekirdeğine dönüştü. Beyaz Ordu Rusya dışındaki müttefik güçlerle (Japonya, Birleşik Krallık, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri) aralıklarla bağlantı kurarak Rus İç Savaşı sırasında Kızıl Ordu ile çarpıştı.

28 Ocak 1918'de Bolşevik Lider Vladimir Lenin Kızıl Ordu'nun kuruluşunu içeren kararı verdi. Kızıl Ordu 20.000 kişilik Kızıl Muhafızlar, 200.000 kişilik Baltık Filosu denizcileri ve bir avuç sempatizanın, Petrograd karargâhındaki askerlerle birleştirilmesiyle oluşturuldu. Lev Troçki ilk savaştan sorumlu komiser olarak görev aldı.

İlk Kızıl Ordu eşitlikçiydi ancak disiplini zayıftı[kaynak belirtilmeli]. Bolşevikler askerî rütbeleri ve selamlamayı burjuva gelenekleri olarak algıladığından bunları kaldırdı; askerler artık kendi liderlerini kendileri seçiyor ve hangi emirlere uyacaklarına dair oylama yapıyorlardı. Bu uygulama Rus İç Savaşı'nın (1918-1921) baskısı altında ortadan kaldırıldı ve rütbeler tekrar getirildi.

İç Savaş sırasında Bolşevikler Beyaz Ordu diye bilinen devrim karşıtı güçlerle olduğu kadar, yeni Bolşevik hükümetini devirmenin gerekli olduğunu düşünen Rusya'nın Birleşik Krallık ve Fransa gibi eski müttefikleriyle de çarpıştılar. Rakiplerine karşı elde ettikleri ilk zaferler sonrasında iyimserliğe kapılan Lenin, Sovyet Batı Ordusu'na Ober-Ost bölgesinden (Almanların işgal ettiği Rus Çarlığına ait bölgeler) ayrılan Alman Ordusu'nun yarattığı boşluktan yararlanarak batıya doğru ilerlemesi emrini verdi. Bu harekât yeni kurulan Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Belarus Halk Cumhuriyeti'ni içine aldı ve sonunda Çarlık Rusyası'ndan bağımsızlığını ilan edip yeni kurulmuş bir devlet olan, İkinci Polonya Cumhuriyeti'nin de Sovyetler tarafından işgaline yol açtı. Polonya'nın işgali ve Polonya-Sovyet savaşının başlatılmasıyla Bolşevikler hem yurtta hem de dünyada kapitalist güçleri en sonunda yeneceklerine dair olan inançlarını belirttiler.

Rus Ordusu'ndaki subayların tamama yakını soylu (dvoryanstvo) idi ve çoğunluğu Beyaz Ordu saflarına geçmişti. Bu nedenle İşçi'nin ve Köylü'nün Ordusu ilk başlarda deneyimli askerî liderlerin eksikliğini çekti. Buna çare olarak Bolşevikler 50.000 eski İmparatorluk Ordusu subayını Kızıl Ordu'yu komuta etmesi için silah altına aldı. Aynı zamanda profesyonel komutanların (resmî olarak askerî uzmanlar "voyenspets" diye adlandırılıyorlardı) sadakatini görmek ve eylemlerini kontrol altında tutabilmek için Kızıl Ordu birliklerine siyasî komiserler de atadılar. 1921 yılında Kızıl Ordu dört ayrı Beyaz Ordu'yu yenmiş ve iç savaşa karışan beş yabancı ülke birliğini durdurmuş ama Polonya cephesinde de gerilemeye başlamıştı.
Polonya kuvvetleri 1920 yılının Ağustos ayında başlattıkları Varşova Savaşı (1920) ile cesur bir karşı saldırıya girişerek süregelen Bolşevik zaferlerine dur diyebilmişti. Varşova'da Kızıl Ordu beklenmedik bir şekilde çok büyük bir yenilgiye uğrayınca savaşın seyri tamamen değişti ve Sovyetlerin 18 Mart 1921'de imzalanan Riga Antlaşması'nın aleyhine olan koşullarını kabul etmesine neden oldu. Bu, Kızıl Ordu tarihinin en büyük yenilgisiydi.

İç savaştan sonra Kızıl Ordu giderek profesyonellik düzeyi artan bir askerî kurum olmuştur. Beş milyon askerinin çoğuna silah bıraktırıldıktan sonra, Kızıl Ordu küçük düzenli bir kuvvet haline dönüştürüldü ve savaş zamanında kolaylık yaratması için bölgesel milis kuvvetleri oluşturuldu. İç savaş sırasında kurulan Sovyet askerî okulları, Sovyet gücüne sadık yüksek sayıda subay mezun etmeye başladı. Askerlik mesleğinin prestijini artırma çabası içindeki Parti, resmî askerî rütbeleri tekrar getirerek siyasî komiserlerin gücünü azalttı ve tek kişi tarafından komuta edilme prensibini sağladı.

Sovyet askerî doktrininin, ideolojisinin ve yapısının gelişimi

Parti hâkimiyeti

Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin ülkenin silahlı kuvvetleri üzerinde hâkimiyetini sağlayacak bir dizi yöntemi vardı. İlk olarak, belirli bir rütbeden itibaren ancak bir parti üyesi komuta seviyesine gelebiliyordu, dolayısıyla parti disiplinine tabiydiler. İkinci olarak en üst düzey askerî liderler sistematik bir şekilde partinin en üst kademelerine de katılıyordu. Üçüncü olarak da tüm silahlı kuvvetlere dağılmış olan siyasî komiserler ağı ile askerî eylemleri etkileyebiliyordu.
"Zampolit" denen bir siyasî komutan yardımcısı parti oluşumlarına öncülük ediyor ve askerî birlik içindeki parti siyasetini yürütüyordu. Askerlere Marksizm-Leninizm üzerine dersler veriyor, Sovyetler açısından dış olayları değerlendiriyor ve Parti'nin silahlı kuvvetlerden beklentilerini anlatıyorlardı. II. Dünya Savaşı'nı takiben Zampolit tüm komuta yetkisini kaybetse de, kendi birlik komutanının siyasî tavrı ve performansını bir üst siyasî subaya veya kuruma raporlama gücünü elinde tuttu.

1989 yılında tüm silahlı kuvvetler personelinin yüzde 20'yi aşkın bir bölümü parti ya da Komsomol üyesiydi. Bu oran subaylarda yüzde 90'ı aşıyordu.

Askerî karşı-istihbarat

Sovyet Ordusu tarihi boyunca Sovyet gizli polisi (Cheka, GPU, NKVD, ve diğerleri) tüm büyük askerî birliklerde bulunan Özel karşı-istihbarat bölümlerinin kontrolünü elinde bulundurdu. Bunların en iyi bilineni Büyük Yurtseverlik Savaşı (II. Dünya Savaşı) sırasında yaratılan SMERSH'tir (1943-1946). Her ne kadar bu özel bölümlerin komuta kadrosu bilinse de, bu kadroya ek olarak Cheka üyesi ve normal askerlerden oluşan gizli bir muhbir ağları da bulunuyordu.

Siyasî doktrin

Lenin ve Troçki'nin yönetimi altındaki Kızıl Ordu, Karl Marx'ın burjuvazinin ancak dünya çapında bir proleter devrim ile yenilebileceği söylemine bağlı olduğunu belirtmiştir. Bu amaçla Sovyet askerî doktrininin ilk evrelerinde yurtdışına devrimin yayılması ve dünya üzerindeki Sovyet etkisinin genişletilmesi yönüne ağırlık verilmiştir. Lenin, Marx'ın teorisi için deney olarak kullandığı Polonya işgalinde komşu Almanya'da bir komünist ayaklanma çıkması umudunu taşıyordu. Lenin'in Polonya seferinin tek sonucu Mart 1919'da Komünist Enternasyonal (Comintern)'in kuruluşu olmuştu. Bu örgütün tek amacı "mümkün olan her yoldan, silahlı kuvvetler de dahil, uluslararası burjuvazinin yıkılması ve devletin tamamen yokedileceği aşamaya geçiş süreci olarak uluslararası bir Sovyet Cumhuriyetinin kurulması için" mücadele etmekti.
Comintern ilkelerine uyarak Kızıl Ordu, Türkistan'ı Sovyet birliğinde tutmak için Türkistan'da çıkan Basmacı İsyanı'nı güç kullanarak bastırdı. 1921 yılında Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'ni işgal eden Kızıl Ordu, hükümeti devirdi ve yerine bir Sovyet Cumhuriyeti kurdu. Gürcistan'ın, daha sonra Ermenistan ve Azerbaycan ile zorla birleştirilmesiyle Sovyetler Birliği'nin üye devleti olan Transkafkasya Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur.
Dünya komünizmi idealleri Rus İç Savaşı'nın çıkması nedeniyle genel olarak başarılı olamadı ve II. Dünya Savaşı'na kadar tekrar dünya komünizmi için çalışılmadı.

Ordu - Parti ilişkileri

1930'larda Joseph Stalin'in beş yıllık kalkınma planları ve sanayileşme hamlesi Kızıl Ordu'nun modernleştirilmesi için gerekli olan sanayi altyapısını kurmuştur. Avrupa'da savaş olması ihtimalinin artmasıyla Sovyetler Birliği muhtemel düşmanlarının güçlerine denk gelmesi için askerî harcamalarını üç katına, düzenli ordusunu da iki katına çıkarmıştır.
Joseph Stalin Sovyet askerî yapısına büyük katkısı olan ulusal sanayileşme hareketini başlattı. Ancak daha sonraları Büyük Tasfiye hareketiyle Kızıl Ordu'yu en deneyimli komutanlarından etti.
1937'de de ise Stalin Kızıl Ordu'nun en iyi askerî liderlerini ortadan kaldırmıştır. Ordunun kendi idaresine karşı bir tehdit oluşturmasından korkan Stalin aralarında birkaç mareşalin de bulunduğu binlerce Kızıl Ordu subayını hapse göndermiş ya da idam ettirmiştir. Bu uygulamalar, 1939–1940 arasındaki Sovyet-Finlandiya ve II. Dünya savaşlarında Kızıl Ordu'nun yeteneklerini büyük oranda azaltmıştır.


II. Dünya Savaşı'ndan sonra silahlı kuvvetlerin olağanüstü popülaritesinden korkan Stalin, Mareşal Georgy Zhukov'un rütbesini indirerek ülkeyi kurtarma onurunu tamamen kendisine atfetmiştir. Stalin'in 1953'teki ölümünden sonra Zhukov, Nikita Kruşçev'in güçlü bir destekçisi olarak tekrar ortaya çıkmıştır[kaynak belirtilmeli]. Kruşçev, Zhukov'u savunma bakanlığına atayarak ve tam bir Politbüro üyesi yaparak ödüllendirmiştir. Yine de Sovyet Ordusu'nun siyasî alanda çok güçlü olabileceği düşüncesiyle Zhukov 1957 sonbaharında beklenmedik şekilde görevlerinden alınmıştır. Daha sonraları ekonomik reform planlarını sürdürebilmek amacıyla konvansiyonel güçler için harcanan savunma giderlerinde kısıntıya giden Kruşçev silahlı kuvvetlerden iyice uzaklaşmıştır.

Leonid Brejnev'in iktidara geldiği yıllarda silahlı kuvvetlere geniş kaynakların ayrılmasıyla parti-ordu ilişkilerinin güçlendiği görülür. 1973 yılında, 1957'den beri ilk defa olmak üzere savunma bakanı tekrar Politbüro'ya girmiştir. Yine de profesyonel askerî güç tarafından tehdit edildiğini hisseden Brejnev silahlı kuvvetler üzerinde otoritesini kurabilmek için kendi etrafında bir askeri liderlik havası yaratmaya çalışmıştır.

1980'lerin başında parti-ordu ilişkileri silahlı kuvvetlere kaynak ayrımı konusu nedeniyle gerginleşmiştir. Ekonomik büyümenin tersine dönmesine rağmen, silahlı kuvvetler ileri konvansiyonel silahların geliştirilmesi konusunda çoğu sonuçsuz kalan tartışmalara girmiştir.

Daha sonra başa geçen Mihail Gorbaçov, devlet törenlerinde askeriyenin rolünü azaltmıştır. Ekim Devrimi'ni anmak için her yıl Kızıl Meydan'da yapılan askerî geçit törenlerinde, ordu temsilcilerini, Lenin'in anıtmezarında toplanan protokolün en son sırasına geçirmiştir. Gorbaçov, profesyonel askerlerin istekleri yerine, savunmada mantıklı ölçüde yeterli olmaya ve sivil ekonomik önceliklere önem vermeye çalışmıştır.

Askerî doktrin

Rus ordusunun I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş olması Kızıl Ordu'nun ilk yıllarındaki gelişmesini oldukça etkilemiştir. İngiliz ve Fransız orduları zafer kazandıkları stratejilerle yetinirken, Kızıl Ordu yeniden ortaya çıkan Alman silahlı kuvvetlerine paralel olarak yeni taktikler ve kavramlar geliştirip denemeye başlamıştır. Sovyetler kendilerini uygarlık tarihinde tek ulus olarak gördüklerinden önceki askerî geleneğe karşı hiçbir bağlılık duymuyorlardı. İdeolojileri yeniliğe izin ve önem veren bir ideolojiydi.

Bu yeni kaynakları kullanan 1930'ların Kızıl Ordusu düşman hatlarını yararak savaşı düşmanın geri hatlarına taşımak için tasarlanmış ve muazzam tank, uçak ve hava indirme birliklerinden oluşan formasyonlara dayalı çok gelişmiş bir hareketli savaş stratejisi geliştirmiştir.
Sovyet sanayisi bu tür operasyonları mümkün kılmak için gerekli olan tank, uçak ve diğer ekipmanı yeterli miktarda karşılayabilmiştir. Sovyet Ordusu'nun gücünü olduğundan fazla göstermemek için şu noktanın dikkate alınması gereklidir: 1941'den önceki Sovyet birlikleri aynı düzeydeki diğer orduların birliklerine göre denk ya da biraz daha kuvvetliyse de, muazzam savaş kayıpları ve savaş deneyimi sonucu yeniden yapılanma ile savaşın son yıllarında durum tersine dönmüştür. Dolayısıyla bir Sovyet tank kolordusu zırhlı araç gücü açısından bir Amerikan zırhlı tümenine karşılık geliyordu, ya da özel olarak güçlendirilmediyse bir Sovyet piyade tümeni genellikle bir Amerikan piyade alayına denkti.

Sovyetler, bir sonraki savaşın çok hızlı bitirileceğini, dolayısıyla savaş öncesi üretilen araç ve ekipmana bağlı olacağı yaklaşımını benimseyen Almanlarla aynı şekilde düşünmüyorlardı.Buna karşılık, savaş sırasında kara ve hava kuvvetlerinin tüm silahlarının tekrar tekrar üretilmesi gerektiğini varsaydıkları için silah üreten fabrikalarını geliştirmeyi tercih ettiler. Dört yıl süren bu savaş Sovyet varsayımının doğru olduğunu kanıtladı.

Kızıl Ordu'nun 1930'ların başlarında hareket gücü yüksek harekâtlara verdikleri önem, Stalin'in askerî liderleri de tasfiye etmesiyle sekteye uğramıştır. Yeni doktrinler devlet düşmanı ilan edilen subaylarla özdeşleştirildiğinden, verilen destek azaldı.Birçok büyük mekanize birlik dağıtıldı ve tankların çoğu destek görevi için piyadelere verildi. Alman blitzkrieg'i Polonya ve Fransa'da gücünü kanıtladıktan sonra Kızıl Ordu büyük mekanize birliklerini tekrar kurmak için çılgınca bir çaba içine girdi ancak 1941'de Wehrmacht saldırıya geçtiğinde bu görevi tamamlayamamıştı. Yalnızca kağıt üstünde güçlü gözüken muazzam tank kuvvetleri Barbarossa Harekâtı'nın ilk aylarında Almanlar tarafından yok edilmiştir.

Savaşın başlangıcındaki bu felaket sayılabilecek kayıplar karşısında Kızıl Ordu hatırı sayılır şekilde zırhlı birlik kuruluşlarını küçülttü ve en büyük tank birliğini tugay haline getirerek daha basit yönetim tarzına geçti. Yine de çarpışma deneyimi ile gelişen 1930'ların devrimci nitelikteki doktrinleri 1943'ten itibaren Kızıl Ordu'nun inisiyatifi ele almasıyla birlikte başarıyla kullanılmaya başlandı.

Kuruluşundan bu yana Kızıl Ordu her zaman, yüksek hareketli savaş gücüne önem vermiştir. Bu karar kendi tarihini oluşturan ilk savaşlardan etkilenerek verilmiştir (Rus İç Savaşı ve Polonya - Sovyet Savaşı). Bu iki savaşın da I. Dünya Savaşı'nın statik siper harbiyle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Aksine küçük ama motivasyonu yüksek gruplar tarafından yapılan uzun menzilli harekâtlardan oluşuyordu ve bazen birkaç gün içinde yüzlerce kilometrelik ilerlemeler oluyordu.

Lenin'in Yeni Ekonomik Politikası nedeniyle 1920'lerde, kuruluş yıllarındaki gibi, Kızıl Ordu'ya ayıracak çok fazla kaynak yoktu. Stalin'in 1929'da başlattığı sanayileşme hareketiyle bu değişmiştir. Bu politika o güne kadar eşi görülmemiş fonların orduya aktarılmasına olanak vermek için kurulmuştur.

Sovyet Ordusunun pratik konuşlanması

Dünya savaşları arası dönem

Lenin'in ölümünü takiben Sovyetler Birliği Troçki ve "dünya devrimi" fikri ile Stalin ve "tek ülkede sosyalizm" fikrinin karşı karşıya kaldığı bir ardıllık savaşımı tuzağına düştü. Parti ve devlet bürokrasisi üzerindeki kontrolü ve gördüğü destek sayesinde Stalin başarılı taraf oldu ve Troçki savaş komiserliği görevinden 1925'te azledildi. Böylece devrimi yurtdışına ihraç etme politikasından vazgeçilerek, ülke olaylarına eğilindi ve olası bir düşman işgaline karşı ülke savunmasına önem verildi.
Troçki'nin siyasî ve askerî destekçilerinden bir an önce kurtulmak isteyen Stalin, 1935 - 1938 yılları arasında sekiz üst rütbeli generalin idamını emretti. Bunların arasında en önde gelen isim, Polonya'nın Sovyet işgalinin lideri ve Sovyet askerî tarihi içinde gelmiş geçmiş en yetenekli stratejistlerinden sayılan Mareşal Mikhail Tukhachevsky idi.

Stalin'in tecrit politikalarına ve Lenin'in ölümünü takip eden on beş yıl boyunca Sovyetler Birliği'nin sınırlarının değişmeden kalmasına rağmen, Sovyetler uluslararası alana müdahale etmeye devam ettiler ve Comintern'i kullanarak 1921'de Çin ve 1930'da Hindiçin Komünist Partilerinin kurulmasına önayak oldular. Bunlara ek olarak Kızıl Ordu İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçilere 1.000'in üzerinde uçak, 900 kadar tank ve 300 kadar zırhlı araç ile 1.500 kadar top, yüz binlerce silah ve 30.000 ton cephane yardımı yaparak önemli rol oynamıştır.

Stalin ile Franco'nun faşist kuvvetlerinin istekli destekçisi ve Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler arasında gittikçe artan gerginlik Sovyetlerin İspanyol İç Savaşı'na katılımını büyük ölçüde etkilemiştir. Nazi-Sovyet ilişkileri Hitler'in Doğu Avrupa uluslarına karşı kişisel nefreti ve faşizm ile komünizm süregelen ideolojik kan davası nedeniyle daha da kızgınlaşıyordu. 23 Ağustos 1939 tarihinde imzalanan Molotov-Ribbentrop Paktı Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki silahlı çatışmayı geciktirmiştir. Bu pakt ile Doğu Avrupa ikiye ayrılıyor ve Sovyetler Birliği ile Almanya'nın etkisine maruz kalıyordu. Bu paktın sonucu olarak II. Dünya Savaşı'nın açılış aylarında Kızıl Ordu Polonya'nın ve Beserabya'nın işgalini başlatmıştı.
Stalin Nazi saldırganlığından korkmaya devam ediyordu ve bu nedenle Almanya ile Rusya sanayi bölgesinin merkezi arasında tampon bölge oluşturması amacıyla 30 kasım 1939'da Finlandiya'nın işgalini duyurdu. Bunu takip eden Kış Savaşı Sovyet ordusunda büyük yıkıma sebep oldu. Stalin'in tasfiyelerinin acısını hâlâ hisseden ve sanayi ve entelektüel kaynaklardan yoksun kalan Kızıl Ordu 13 Mart 1940'ta imzaladığı ateşkes antlaşmasına kadar bir dizi gurur kırıcı yenilgiye tahammül etmek zorunda kaldı. Sovyet saldırganlığının doğrudan sonucu olarak Sovyetler Birliği 14 Aralık 1939'da Milletler Cemiyeti'nden ihraç edildi.

II. Dünya Savaşı

1939'da yapılan Molotov-Ribbentrop Paktı Nazi Almanyası ile Sovyetler Birliği arasında bir saldırmazlık antlaşması olmasının yanı sıra Polonya ve Baltık ülkelerinin nasıl paylaşılacağını da gösteren gizli bir protokole sahipti. 1939 yılındaki Eylül Seferi'nde iki gücün birlikleri Polonya'yı işgal etti ve paylaştı. 1940 Haziranı'nda da Sovyetler Birliği Estonya, Letonya ve Litvanya'yı işgal etti.

Barbarossa Harekâtı'nın açılış bölümünde Nazi Almanyası'nın 22 Haziran 1941'de Sovyet sınırını geçmesine kadar Kızıl Ordu'nun yetersiz yönlerini geliştirmek için çok az vakti vardı. Kış Savaşı'nda Sovyetlerin Finlandiya karşısındaki kötü performansı Hitler'i cesaretlendirdi ve Molotov-Ribbentrop Paktı'nı çiğneyerek Kızıl Ordu'ya sürpriz bir şekilde saldırdı. Savaşın ilk safhalarında Sovyet Ordusu geri çekilmeye ya da öldürülmeye veya yakalanmaya zorlanmıştır. Zaman kazanmak için toprak kaybına göz yumarken önemli kayıplar vermiştir.

Hitler Blitzkrieg tekniğini SSCB'ye uygulamak istemişti ama gerek sert iklim gerek Mussolinni'nin ordularının Yunan ve İngiliz yenilip Arnavutluk vede Bulgaristan'a çekilmesi vesilesi ile yardım göndermek zorunda kalması bu tekniği uygulamasını engellemiştir.Uyguladığı mükemmel savaş ekonomisi sayesinde ve sovyet halkının kahramanlığı ile Sovyetler Wehrmacht 'ın blitzkrieg 'ini yavaşlatmayı başararak 1941 yılında Nazi saldırısını Moskova'nın kapılarının hemen dışında durdurmuştur. Bundan sonra Kızıl Ordu kuvvetli bir karşı saldırıya girişerek düşmanı başkentten uzaklaştırmıştır. 1942'nin başında zayıflamış olan Mihver Devletlerin orduları Moskova'ya doğru yürüyüşlerini durdurmuş ve güneye Kafkasya ile Volga nehrine doğru ilerlemiştir. Bu saldırı da 1942 sonbaharında duraklamış ve geniş alana yayılmış düşmana karşı Sovyet kuvvetlerinin yokedici karşı saldırısına olanak vermiştir. Kızıl Ordu önemli sayıda Alman birliğini 1943 Şubat'ında biten Stalingrad Savaşı sırasında kuşatarak yok etti ve tüm savaşın seyrini tamamen değiştirdi. Harekâtın bu bölümünde her iki tarafın da muazzam kayıpları olmuştu ancak özellikle SSCB'nin Moskova ve Stalingrad Savaşlarında milyonlarca kaybı vardı.

1943 yazındaki Kursk Savaşı'nın ardından Kızıl Ordu stratejik inisiyatifi eline geçirdi. 1944 yılında Sovyet topraklarının tamamı Alman işgalinden kurtarılmıştı. Alman ordusunu Doğu Avrupa'dan çıkartan Kızıl Ordu Mayıs 1945'te Avrupa'da II. Dünya Savaşı'nı bitirecek olan Berlin Savaşı ile Mayıs 1945'te son saldırıyı başlatmıştır. Almanya'nın çoğu bölgesi ile SSCB'nin bazı bölgelerine saldırgan bir politika olan "kavrulmuş toprak" (scorched earth)[ taktiğinin sonucu olarak büyük ölçüde zarar verilmişti. Almanya yenilir yenilmez, Kızıl Ordu Japonya'ya karşı çarpışmalara katıldı ve kuzey Mançurya'da konuşlanan Japon birliklerine karşı 1945 yazında bir saldırı düzenledi. Kızıl Ordu beş milyon asker ve diğer tüm ülkelerin sahip olduğundan fazla tank ve top ile tarihin en kuvvetli kara ordusu olarak savaşı bitirdi. Kızıl Ordu'nun ismi Sovyet Ordusu olarak değiştirildi.Sovyet halkı nazi orduları karşısında ki kahramanca direnişiyle müttefiklerin 2. cepheyi geç açmasına karşın büyük zorluklarla dünya halklarını faşizmden kurtarmıştır.

Ama Wehrmacht'ın yenilmesinin bedeli yedi milyon asker ve on beş milyon sivildi. Yani savaş sırasında kayba en çok uğrayan ülke açık ara Sovyetler Birliği'ydi. Bunun tarihte bilinen askerî çatışmalar arasında en büyük insan ölümüne neden olan savaş olduğu düşünülür.

Soğuk Savaş ve konvansiyonel kuvvetler

II. Dünya Savaşı'nın sonunda Sovyetler Birliği'nin hazırda tuttuğu ordu 10 - 13 milyon kişiden oluşuyordu. Şüphesiz, Soğuk Savaş sırasında Kızıl Ordu herhangi bir ülkenin ordusundan çok daha kuvvetliydi. Almanya'nın teslim olmasının hemen ardından bu sayı beş milyona indirildi. Bu indirim Sovyet askerî yapısına olan ilginin azalmasından değil aksine daha modern ve hareketli bir silahlı kuvvetler yaratmak içindir. Bu politikanın sonucunda 1951 yılında AK-47 ortaya çıktı. Dört yıl öncesinden makineli tüfeklerin geliştirilmesiyle tasarlanan bu silah Sovyet piyadesine sağlam ve güvenilir bir kısa menzilli ateş gücü sağlamıştır. Bir başka önemli yenilik de 1967'de ortaya çıkan BMP-1'dir. BMP-1, dünya ordularında kullanılan ilk piyade savaş aracıdır. Bu yenilikler Soğuk Savaş sırasında Sovyet askerî operasyonlarının gideceği yönü belirlemiştir.
Doğu Avrupa ülkelerini Nazi kontrolünden kurtarmaya çalışan Sovyet birliklerinin çoğu Almanya'nın teslim olduğu 1945'ten sonra bile bulundukları bölgeden ayrılmamıştır. Sovyetler Birliği'nin batıdan gelebilecek olan bir işgale karşı zayıflığını düşünen Stalin bu askeri işgalden faydalanarak uydu devletler yaratmış ve Almanya ile Sovyetler Birliği arasında tampon bölge oluşturmuştur. Kısa sürede Sovyetler Birliği bölgede muazzam bir siyasî ve ekonomik güce ulaşmış ve yerel komünist partilerin iktidara gelmesinde aktif rol almıştır. 1948 yılına gelindiğinde yedi Avrupa ülkesi komünist hükümetler tarafından yönetiliyordu.
Bu genel durum karşısında, 1945 yılında Doğu Avrupa'nın geleceği konusunda Potsdam'da yapılan konferans sırasında Stalin ile ABD başkanı Harry S. Truman arasında çıkan anlaşmazlıktan Soğuk Savaş doğmuştur. Truman, Stalin'i Yalta Konferansı sırasındaki antlaşmalara ihanet etmekle suçladı. Doğu Avrupa'nın Kızıl Ordu işgali altında olması sayesinde Truman'ın Komünist ilerlemeyi durdurma çabalarına karşı koyan Sovyetler Birliği, Batı Bloğu'nun kurduğu NATO karşısında 1955 yılında Moskova'da Varşova Paktı'nı kurarak dengeyi sağlamaya çalıştı.

Sovyetler Birliği Macaristan ve Çekoslovakya'yı Sovyet müttefik sistemi içinde tutmak için 1956'da Macar devrimi sırasında ve 1968'de Prag Baharı 'nda ülke halklarının demokratikleşme isteklerini bastırmak için birliklerini kullandığında konvansiyonel askerî gücün hâlâ etkili olduğu da ortaya çıkmıştı. Sovyetler Birliği ve Batı 1948-1949'da Berlin Ablukası ve 1962'de Küba Füze Krizi gibi sıcak savaşa ramak kalan anlaşmazlıklarla yüz yüze kalmıştır. Her iki tarafın şahinleri brinksmanship (zorlama) politikalarına uyarak rakiplerini savaşın eşiğine gelene kadar zorlamışlardır. Bu davranış biçimi nükleer anlaşmazlık korkuları ve daha ılımlılar arasındaki détente (yumuşama) arzuları nedeniyle yumuşatılmıştır.
Kruşçev'in liderliğinde, 1956'da Cominform'un kaldırılmasıyla uzun zaman sonra Tito'nun Yugoslavya'sıyla Sovyetler'in ilişkisi düzelmişti[kaynak belirtilmeli]. Bu karar zaten Sovyetlerin komünizmin dünya çapındaki zaferini isteyen temel Marksist-Leninist mücadeleye sırtını döndüğünü hisseden komşu komünist devlet Çin Halk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği'nin arasını daha da açtı[kaynak belirtilmeli]. Bu Çin-Sovyet görüş ayrılığı 1967'de Kızıl Muhafızlar'ın Pekin'deki Sovyet elçiliğini kuşatmasıyla patlak vermiştir. 1969'da da Çin - Sovyet sınırında anlaşmazlıklar yaşanmıştır.

Moskova ve Pekin'in siyasî güçleri arasındaki gerginlik 1960'ların ve 1970'lerin Asya politikasını önemli ölçüde etkileyecek ve 1978'de Ho Chi Minh'in Sovyet destekli Vietnam'ı Pol Pot'un Çin yanlısı Kamboçya'sını işgal ettiğinde ortaya Çin - Sovyet muhalefetinin yaratmış olduğu yeni bir bloklaşma çıkacaktı. Sovyetler saldırgan bir siyasî, ekonomik ve askerî yardım kampanyasıyla Vietnam ve Laos'un sadakatini sağladı[kaynak belirtilmeli]. Aynı taktik Sovyetler tarafından Afrika ve Orta Doğu'da ortaya çıkan devletlerin yeni hâmisi olma yarışında ABD ile başa çıkabilmesine olanak vermiştir. Yaygın silah satışları, AK-47 ve T-55 tankını İsrail ile Arap komşuları arasındaki günümüz savaşlarının sembolü haline getirmiştir.
1968'de deklare edilen ve Sovyetler Birliği'nin kapitalist güçler tarafından tehdit edilen sosyalizmi savunmak için diğer devletlerin içişlerine karışma hakkını resmi olarak bildiren Brejnev Doktrini de önemli bir gelişmedir. Bu doktrin, Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından 1979'da işgal edilmesini haklı göstermek için kullanılmıştır. Sovyet kuvvetleri Afganistan'da CIA tarafından desteklenen müslüman mücahitler tarafından şiddetli direnişle karşı karşıya kaldılar. Gerilla taktiklerine dayanan ve asimetrik savaş ile mücadele veren bir düşman karşısında Sovyet savaş makinesinin yetersiz kaldığı ve sonuca götürücü zaferler kazanamadığı görüldü ve sonunda ABD'nin Vietnam Savaşı sırasında yaşadığı gibi içinden çıkılmaz bir duruma dönüştü. Yılda yaklaşık 20 milyar dolara (1986'da {{refGrauGress}) on yıl boyunca savaşıp 15.000 Sovyet kaybına yol açtıktan sonra Gorbaçov kamuoyuna başeğip 1989 başında Sovyet birliklerinin geri çekilmesini emretti.

Soğuk Savaş ve nükleer silahlar

Sovyetler Birliği "İlk Şimşek" (First Lightning) kod adlı ilk atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalanmasından yalnızca dört yıl sonra 29 Ağustos 1949'da denedi. Bu denemeler, nükleer alandaki ABD tekelinin daha uzun süreceğini düşünen birçok batılı yorumcuyu şaşırtmıştır[kaynak belirtilmeli]. Kısa sürede Sovyet atom bombası projesine casusluk kanalıyla savaş zamanı Manhattan Projesi'nden birçok bilgi kaçırıldığı ve ilk bombanın Amerikan "Fat Man" modelinin büyük boyu olduğu anlaşıldı.1940'ların sonlarından itibaren Sovyet silahlı kuvvetleri nükleer silahlar döneminde Soğuk Savaş'a uyum sağlayarak stratejik nükleer silahlar konusunda Amerika Birleşik Devletleri'yle dengede kalmak için uğraştılar.Amerika Birleşik Devletleri'nin II. Dünya Savaşı sırasında atom bombası üretmesinden sonra Sovyetler Birliği çeşitli nükleer silahsızlanma planları önermiş olsa da, Soğuk Savaş sırasında tüm gücüyle nükleer silahları geliştirdi ve konuşlandırdı. 1960'larda ABD ve SSCB Antarktika'da silah konuşlandırılmasını ve atmosferde, dış uzayda, sualtında nükleer silah denemesi yapılmasını birlikte yasakladılar.

1960'ların sonunda bazı stratejik silah tiplerinde Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ile kabaca denk seviyeye gelmişti ve stratejik nükleer silah konuşlandırılmasının sınırlanması konusunu tartışmayı önerdi. Sovyetler Birliği ABD'nin anti-balistik füze sistemi geliştirmesini kısıtlamak ve MIRV araçlarını yerleştirme yeteneğini korumak istiyordu.

Sovyet-Amerikan Stratejik Silahları Kısıtlama Görüşmeleri (SALT)Kasım 1969'da Helsinki'de başladı. Mayıs 1972'de imzalanan geçici anlaşma varolan kıtalararası balistik füzelerin konuşlandırılmasını donduruyor ve denizaltından atılan balistik füzelerin artışını da düzenliyordu. SALT sürecinin bir parçası olarak da ABM antlaşması imzalandı.
SALT antlaşmalarına Batı'da genel olarak karşılıklı yok etme ya da caydırıcılık kavramlarının düzenlenmezi olarak bakılır. Her iki taraf da topyekûn imhaya karşı ortak zayıflıklarını tanımışlardır. Hangi devletin ilk füzeyi fırlattığının pek önemi yoktu. İkinci bir SALT antlaşması Haziran 1979'da Viyana'da imzalandı. Diğer maddelerin yanı sıra kıtalararası ve denizaltından atılan balistik füze rampalarına da bir tavan sayı belirlendi. İkinci SALT antlaşması, 1970'lerin sonunda ve 1980'lerin başında uluslararası gerginliğin tekrar artması nedeniyle ABD Senatosu tarafından hiçbir zaman onaylanmamıştır.

Bir zamanlar Sovyetler Birliği dünya üzerindeki en büyük nükleer silah gücüne sahipti. "Natural Resources Defense Council" tahminlerine göre 1986'da en yüksek değer olan 45.000 savaş başlığına ulaşıldı. Kabaca bunların 20.000'inin taktik nükleer silah olduğu sanılmaktadır ve Avrupa'da oluşacak olan bir savaşta bunların kullanılmasını öngören Kızıl Ordu doktrininin bir yansımasıdır. Geriye kalan 25.000 füze stratejik kıtalararası balistik füzedir. Bu silahlar hem saldırı hem de savunma amaçlı olarak değerlendirilir.

Askerî - sanayi kompleks ve ekonomi

Kruşçev ve Gorbaçov dışındaki tüm Sovyet liderleri 1920'lerden beri sivil ekonomi alanındaki yatırımlardan çok askerî üretime ağırlık verdiler[kaynak belirtilmeli]. Askerî üretime verilen bu büyük öncelik, askerî - sanayi tesislerinin sivil fabrikalardan daha iyi yönetici ekibine, iş gücüne ve hammaddeye sahip olmasına olanak verdi. Sonuç olarak Sovyetler Birliği dünyanın en gelişmiş bazı silahlarını üretti. 1980'lerin sonunda Gorbaçov önde gelen savunma sanayi yöneticilerini askerî sanayi ile aynı seviyeye gelebilmesi için sivil ekonomi sektörüne geçirdi.
Sovyetler Birliği'nde parti, hükümet ve askeriyenin bütünleşmesi en çok savunma amaçlı sanayi üretiminde belirgin hale geliyordu. Gosplan (Devlet Planlama Komitesi), gerekli kaynakları askerî sanayiye yönlendirmede önemli rol oynuyordu. Savunma Konseyi ana silah sistemlerinin geliştirilmesi ve üretimi konusunda kararlar veriyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin Merkezî Politbürosu'nun Savunma Sanayi Bölümü, Savunma Konseyi'nin iradesini tüm askerî sanayiyi kontrol ederek uyguluyordu. Hükümet içinde ise Bakanlar Kurulu başkan yardımcısı Askerî Sanayi Komisyonu'nun başkanı olarak birçok askeî bakanlığın, devlet komitesinin, araştırma ve geliştirme örgütlerinin ve silah tasarlayan ve üreten fabrikaların aktivitelerini koordine ediyordu.
1980'lerin sonunda Sovyetler Birliği'nin gayrisafi milli hasılasının %25'i savunma alanındaydı (o tarihte Batılı analizcilerin çoğu bunun %15 civarında olduğunu düşünüyordu.). Askerî - sanayi kompleksi Sovyetler Birliği'ndeki her beş yetişkinden birini istihdam ediyordu. Rusya'nın bazı bölgelerinde işgücünün yarısı savunma sanayi fabrikalarında çalışıyordu. (Karşılaştırıldığında bu değerler ABD'de gayrisafi milli hasılanın onaltıda biri ve işgücünün onaltıda biri idi.) 1989'da Sovyet nüfusunun dörtte biri ya orduda aktif olarak, ya askeri üretimde ya da sivillere askeri eğitimde yer alıyordu.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve askeriye

1980'lerin sonunda ve 1990'ların başındaki siyasî ve ekonomik kargaşa ortamı sonunda Varşova Paktı'nın dağılmasına ve Sovyetler Birliği'nin çökmesine yol açtı. Rusya'daki siyasi kaos ve ekonomideki hızlı liberalleşme askeriyenin gücü ve ekonomik desteği üzerinde oldukça olumsuz etki yaratmıştır. 1985'te 5,3 milyon askerden oluşan Sovyet Ordusu 1990'a gelindiğinde dört milyona düşmüştür. Sovyetler Birliği dağıldığında Rusya Federasyonu'na ait kuvvetler 2,7 milyon kadardı. Bu azalmanın hemen hemen tamamı 1989-1991 arasında gerçekleşmiştir.
Bu azalmaya ilk katkı Gorbaçov tarafından Aralık 1988'de açıklanarak başlayan tek yanlı ve geniş çaplı indirimdi. Varşova Paktı'nın çöküşüyle ve CFE anlaşmalarına uygun olarak bu indirimler devam etti. Glasnost politikasının kamuoyuna Sovyet Ordusu içindeki gerçek koşulları ve silah altına alınan askerlerin suistimal edilmesini açıklaması üzerine geniş çaplı bir şekilde silah altına alınmaya karşı direnç oluşması da bu düşüşün bir başka sebebidir.

1991 yılında Sovyetler Birliği çözülmeye doğru giderken ölen Sovyet sistemini ayakta tutmak uğruna Sovyet askeriyesi kendi gücüyle orantısız ve etkisiz bir rol aldı, Kafkaslar ve Orta Asya'daki çatışmaları ve kargaşayı bastırmayı denedi ama ne barışı ne de düzeni sağlamakta pek başarılı olamadı. 9 Nisan 1989'da MVD birlikleriyle beraber ordu Gürcistan'ın Tiflis kentinde yaklaşık 190 göstericiyi katletti. Bir sonraki önemli kriz Azerbaycan'da patlak verdi. 19-20 Ocak 1990'da zorla Bakü'ye giren Sovyet Ordusu, isyancı Cumhuriyet hükümetini düşürdü ve yüzlerce sivili öldürdü. 13 Ocak 1991'de Sovyet kuvvetleri Litvanya'nın Vilnius kentinde muhalif grupların elinde bulunan Devlet Radyo ve Televizyon Binası ile televizyon veri gönderi kulesini basarak 14 kişiyi öldürdü ve yaklaşık 700 kişiyi yaraladı. Bu baskın genel olarak çok aşırı bulunarak eleştirilmiştir.

Sovyet muhafazakârları tarafından devletin çökmesini engellemek için son çaba olan Ağustos Darbesi'nin en kritik anlarında bazı askerî birlikler Boris Yeltsin'e karşı hareket etmek için Moskova'ya girdiler, ancak Rus parlamento binasını saran kalabalık gösterici gruplarını bastırmayı reddettiler. Sovyet askerî liderleri, Gorbaçov ve Yeltsin ile aynı cepheye geçerek eski düzenin sonunu getirdiler.

31 Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin resmî olarak dağılmasıyla birlikte Sovyet askeriyesi tamamen belirsizlik içinde bırakılmıştır. Bundan sonraki bir buçuk yıllık dönem içerisinde Sovyet ordusunun bütünlüğünü koruma ve Bağımsız Devletler Topluluğu'nun ordusu (BDT) haline dönüştürme çabaları sonuç vermemiştir. Düzenli şekilde Ukrayna ve diğer birlikten ayrılan cumhuriyetler içinde konuşlanmış birlikler yeni ulusal hükümetlerine bağlılıklarını bildirdiler; aynı zamanda yeni bağımsızlığını kazanan devletler arasındaki anlaşmalarla da askeriyenin malvarlığı pay edildi. 1992 mart ayı ortalarında Yeltsin kendisini Rusya'nın yeni savunma bakanı olarak atayarak askeriyeden artakalanlarla yeni Rus silahlı kuvvetlerini kurmak için önemli bir adım attı. Eski Sovyet komuta yapısının son kalıntıları da 1993 haziranında ortadan kaldırıldı.
Sonraki yıllarda Rus kuvvetleri Orta ve Doğu Avrupa'dan ve hatta Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan yeni cumhuriyetlerden çekildi. Çoğu yerde bu çekilme sorunsuz yaşanırken, Kırım'daki Sivastopol donanma üssü, Abhazya ve Transnistria gibi sorunlu bölgelerde Rus birlikleri yerlerini terketmediler.

1992 yılında Sovyet sonrası Rus silahlı kuvvetlerinin büyük bir düşüşe geçtiğini görmekteyiz. Buna, Rus ekonomisinin çökmesi, silah altına alınacak adayların olmaması ve birlikten ayrılan cumhuriyetlerdeki sanayinin kaybedilmesi neden olmuştur.

Nükleer silah stoklarının büyük çoğunluğu Rusya'da kalmıştır. Ayrıca Ukrayna, Belarusya ve Kazakistan da bazı silahlara sahip olmuşlardır. Nükleer silahların artması korkuları arasında, bütün bu silahların 1996'ya kadar Rusya'ya gönderildiği belgelendi. Bir zamanlar nükleer silahların konuşlandığı eski Sovyet Cumhuriyeti olan Özbekistan da dahil olmak üzere tüm bu ülkeler nükleer silahların sayılarının artırılmaması ile ilgili antlaşmayı imzalamışlardır.

Yabancı askerî yardım

Açık olarak katıldığı savaşların dışında Sovyetler Birliği Ordusu değişik ülkelerin iç olaylarında yer aldığı gibi başka ülkeler arasında geçen savaşlarda da nükleer güçler arasında doğrudan silahlı çarpışmaya girmeden stratejik kazancını artırmak amacıyla yer almıştır. Çoğu durumda bu, askerî danışmanlar ya da silah yardımı veya satışı olarak görülüyordu.

Wikipedia